4 Ocak 2010

TARTIŞMALAR...GÖRÜŞLER...

Mülkiyelilerin sesine kulak verin


Son dönemde, sivil toplum kuruluşlarımızın sesleri alınan yönetim kararlarında, karar mekanizması oluşturmaya başlıyor ki bu Türkiye adına çok önemli bir gelişmedir.

Eczacılar, itfaiyeciler ve TEKEL işçileri derken bir ses de bugünlerde Mülkiyelilerden yükseliyor… Bilindiği gibi ‘Mekteb-i Mülkiye’den günümüzün, ‘Siyasal Bilgiler Fakültesi‘ne uzanan 150 yıllık yolda, bu okuldan yetişip mezun olan çok sayıda bilim insanı, aydın, siyasetçi ve devletin her kademesinde görev yapan saygın yöneticiler oldu. Fakat son günlerde Mülkiyeliler Birliği’nin adı, yaptıkları son derece özel; ‘Mülkiye Binalarını Koruyalım’ protestoları ile geçiyor. Hem Mülkiyeliler hem de Mülkiye dostları aydınlarca her geçen gün büyüyen imza kampanyasıyla seslerini toplumun geniş bir kitlesine duyurdular.

Bu protestoyu henüz duymamış olan değerli okurlar; http://mulkiyebinalarinikoruyalim.blogspot.com/ web adresi üzerinden tüm detayları alabilirler.

Saygın Mülkiyeliler ve değerli dostları, bu protestolarında; yıkılması planlanan binaların tarihi süreçlerine dikkat çekerek, binaların bir ‘oldu-bitti’ kararla yıkılmasına göz yummayacaklarını, gereken yenileme imkânlarının sonuna kadar kullanılarak binaların yaşatılmasını talep ediyorlar. Öyle ya, halen yaşayan anılar varken her köşesinde, kolay olmasa gerek, o kadar geçmişi bir çırpıda moloz yığını haline getirmek!

Nurten AKYAZILILAR

Devamı için: http://www.turkcelil.com/2010/01/mulkiyelilerin-sesine-kulak-verin/
 
* * *
Beleğimiz silinmek isteniyor
sizinleyiz ve herzamanda birlikte olcağız.
ayrıca çok güzel ve sıcak bir binanız var Ankaraya her gittiğimde mutlaka size uğruyorum

selam ve sevgiler

Ziya METİN
MET MOBİLYA SAN.VE TİC.LTD.ŞTİ.
Aydınlar Mh.Adnan Kahveci Cd.Kardeşler Sk.No:1
Taşdelen-Çekmeköy-İstanbul
 
* * *
15 YIL MÜLKİYE KİMİN OLACAK?

Ankara'nın sokak hareketliliğinin en yoğun olduğu, eylem ve buluşma noktası olan Yüksel ve Konur Caddesinin en eski binalarından biri olan Mülkiyeliler binasını yönetim kurulu yıkmaya karar verdi. Bu yıkımdan sonra Yüksel ve Konur asla bir daha aynı olamayacak.
İki yıl boyunca kamyonlar, iş makinaları,mikserler tarafından işgal edilecek. Bu yıkımdan müteahit ve Yüksel'e geçen yaz saldırı girişiminde bulunup da geri püskürtülenler kazançlı çıkacak. Mülkiye, sol, demokrasi ve sokak ise kaybedecek.
Sürecin tamamına Mülkiye üyelerinin bile hakim olmadığı, müteahitle 15 yıl boyunca gizlilik anlaşmalarının arkasında ne yattığını bilemiyoruz ama bir demokratik meslek birliğinin böyle önemli bir anlşamayı üyelerine bile anlatmadan nasıl yapabildiğini anlamak mümkün değil. Üstelik binanın yapımı için mülkiyelilerin cebinden para çıkmazken finansmanı tamamen müteahhit tarafından karşılanacaktır yani finansmanı dışardan gelecektir.
Müteahitin AKP'li olduğu, Gökçek’e çok sayıda iş yaptığı, Büyükşehir Belediyesinin kentsel dönüşümünün baş aktörü olduğunu bildiğimiz ihaleyi kazanan şirket, iki yıl boyunca inşaatı kendi parasıyla yaparken Mülkiyeliler Birliği'ne aylık 15.000 TL kira ödeyeceği, bina bittiğinde kafe-restoran kısmının şimdi 3000 m2 olan alanı 1500 m2'ye düşecekken 45 bin TL kira ödeyecektir. Yani 15 yıllık işletmeyi alma karşılığında, bina yıkım, yapım, mülkiyelilerin taşınacağı yerin parasını ödeyecek olan müteahhit, nerdeyse bu işi bedavaya, yani bir tür amme işi olarak yapmaktadır. Bu durum acaba sadece Mülkiye ve çevresini ele geçirmek için mi yapılmaktadır sorusunu aklımıza getirmektedir.
Yine Mülkiye yönetimi bu işin rant amaçlı olmadığını söylemiş olsa da İnşaat Mühendisleri Odası’ndan almış oldukları rapor binanın 8 trilyon olan değerinin 13 trilyona çıkacağını göstermektedir. Yani yönetim bina rantını %60 oranında artırarak mevcut alanda bir tür plaza yapmak niyetindedir. Sonuç olarak öyle bir binanın önünde ne seyyar satıcılara, ne sokak müzisyenlerine yer yoktur. Bu rant mantığının da mevcut sağ hükümetinkinden pek farkı yoktur. Nitekim onlar da tüm eski binaları yıkılıp gökdelen ya da AVM yapılacak döküntüler olarak görmektedir.
Biz sokağın sesinin kesildiği, insanların AVM'lere tıkıldığı, sokak kültürünün ortadan kaldırıldığı böyle bir dönemde Mülkiyelilerin binasının yıkılmasına kesinlik karşıyız. Yıkım ve yeniden yapılandırma adı altında paylaşım kavgalarının yapıldığı çirkin ilişkilerden tamamen bağımsızız. Ne binanın işletilmesi, ne mülkiye yönetimi ne de pay isteyenlerle ilişkimiz yoktur. Biz Melih Gökçek'in 15 yıldır yaptığı kenti çirkinleştirme çalışmasına bir örnek daha Konur-Yüksel sokaklarına Mülkiyeliler Vakfı tarafından eklenmesin diyoruz.
Sokağımıza, kentimize ve kültürümüze sahip çıkıyoruz. Mülkiyeti Mülkiyelilerindir ama sokak bizimdir.

Sokaklarımıza sahip çıkmak isteyenleri, Mülkiye binasını yıkılmasın diyenleri 9 Ocak Cuma saat 18:30’da Orta Dunya Cafe de yapacağımız toplantıya bekliyoruz.

MÜLKİYELİLERİN YIKIMINI DURDURALIM
* * *
Selanik Cad'sinde doğmuş, büyümüş ve halen Yüksel cad.'de oturan biri olarak anlatılacak hiçbir hikaye (gereklilikler, doğru-yanlış planlamalar v.s v.s) bunun benim içimi kanatmasına mani olamıyor. Anneni daha uzun yıllar yaşatacağız deyip, estetik ameliyatlara soksalar, gençlik aşıları yapsalar, karşıma bambaşka biri çıksa, dokusu başka, kokusu başka, o yeni yapılana annem gözüyle bakabilir miyim ? Yıkım eylemini sonuna kadar savunan bir beyefendi (!) var, (kendinden yaşça büyük birine “ihtiyar” diyebilen), çok merak ediyorum, geçmişi bir “delete” tuşuyla silinse ve yerine harika bir gelecek konulsa ne kadar mutlu olabilirdi, ne kadar kendi kalabilirdi geçmişi olmaksızın…

Canan Gülay

* * *
MÜLKİYELİLER ve ORMANCILAR

Mülkiyeliler ve ormancılar (orman mühendisleri) toplumumuzun aydın,
duyarlı iki meslek kesimidir. Bu iki kesimi iletide bir araya
getirmemizin nedeni, Ankara'nın Kızılay'ındaki tesislerini yıkarak
yenileme olgusudur.. Eski veya otuz-kırk yıllık binaların yıkılarak
yerine yenilerinin yapılmasında, o kurumların yönetiminde bulunan bazı
aklıevveller ilk kıvılcımı ateşlerler. Ardından yenilemenin
maliyetinin ne denli yüksek olduğu, oysa yıkıp yapmanın daha ucuza
geldiği vurgulanır. Sıra yeni yapılanan aslında hiçbir şeyi
bozmayacağının, tersine daha fazla alan ve gelire sahip olunacağının
probogandası yopılır.

Oysa durum hiç de öyle olmaz. Ankara'nın kent bilinci yok olmaktadır.
Kızılay'daki tarihi Piknik Lokantası'nı ve aynı binada bulunan
Sanatsevenler Lokalini düşünün. Yenilendiler ama yerlerine ne oldu?
Simit sarayı ve fast-foodlar.Ya Kavaklıdere'deki Milka Pastanesi? Şu
anda TV8 binası. Tarihi Bulvar Palas yerinde mi? Üstelik söz
verilmişti, yerine aynısı yapılyacak diye. Şimdi altı kaval, üstü
şişhane bir ucube duruyor orada. Kızılay'a adını veren Kızılay Genel
Merkezi'ni anımsatmaya gerek var mı? Atıl durumdaki hayalet bina
çoktan yerini almış.

İşte ilkin Orman Mühendisleri de böyle yaptılar. Tarihi lokallerini
yıktılar. Üstelik altında da Küçük Tiyatro vardı. O na bile kıydılar.
Ne oldu yerine? Şimdi pek mi mutlular? Gelirleri mi yükseldi? Kullanım
alanları mı arttı?

Aynı atmosfere Mülykiyeliler Birliği de yöneliyor. Zaten önceki
tadilatta binalarını sözüm ona restore edip, postmodern mimariyi
özümsemişler, ardından da işletmeyi bir firmaya temsil etmişlerdi. Ne
anılar gizlidir Mülkiyelilerin salonlarında. Ne memleketler
kurtarılmıştır, Mülkiyelilerin rakı sofralarında. Şimdi Ankara'nın
göbeğindeki otel ve restoran olan iki binayı yıkacaklarmış. Öyle bir
ballandıra ballandıra anlatıyorlar ki projelerini, hani insan işin
özünü bilmese bir balyoz da ben vurayım yaşlı yapıya deyiverecek.

Mülkiyeliler Birliği binalarının yıkılmasını, buna onlar yenileştirme
diyorlar protesto ediyorum. Çok büyük bir yanlış yapılmaktadır. Bütün
o güzellik bitecektir. Sadece bina değil felsefe de bitecektir. Yeni
yapının parlak mermer yüzeyleri, belki de aynalı camları liboş II.
cumhuriyetçileri veya Neo-Ottoımanları simgeleyecektir. Bir yerde
beton bina dönek marksistler gibi anıları yokedecektir.

Lütfen yol yakınken bu sevdadan vazgeçin, Ormancıların hatasını
yinelemeyin. Hatta onlarla görüşün, temas kurun. Yıkmak çok kolaydır.
Yıkılan bir daha asla yerine gelmez.

Ü. GÜLTEKİN
* * *

Sevgili Hocalarım, Sevgili Arkadaşlar,

Mülkiyeliler Birliği Binalarının yıkımı meselesi ve bu bağlamdaki tartışmalar artık sadece Mülkiye Camiası'nın olmaktan çıkmış ve "toplumsallaşmıştır"
Yurttaşlar, "kentli hakkı" nı kullanarak sürece müdahil olmaktadırlar.
Sevgili dostumuz, Işık Kansu'nun 2007 yılının Aralık ayında yayınladığı esas olarak Cumhuriyetin Başkenti Ankara'yı anlattığı "AKASYALI SOKAKLAR" adlı kitabını okuduktan sonra bir kitap tanıtımı yazmıştım. Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji ekinin 8 Şubat 2008 tarihli nüshasında da yayınlanmıştı. O yazının sonunda diyordum ki;
'Ben derim ki, sevgili Işık’ın bu kitabını okumadan Ankara’da yaşanmaz, Ankara’ya gelinmez . Alın Akasyalı Sokakları koltuğunuzun altına ve gezin Başkent sokaklarını adım adım ve arayın Akasyaları…'
Yazının bütünü ektedir.
Gerçekten de Mülkiyeliler Binaları ile ilgili tartışmalara katkısı olması açısından Işık'ın kitabını henüz okumamış olanlar, bulup buluşturup okumalılar. Okumalalılar ki, meselenin sadece "yeni" mekan oluşturmak olmadığı aydınlığa kavuşsun.
Ayırıca dilerdim ki, Mülkiyeliler birliği Binalarını yıkımı ile ilgili bilgilendirme toplantısına Eczacılar Odası ile birlikte o Konur Sokağın çocuğu, Mülkiyeli Gazeteci Işık Kansu da davet edilmiş olsa idi.
Bitirirken Akasyalı Sokakların arka sayfasında yer alan yayıncı Mustafa Yıldırım'ın yazdıklarını da aşağıya kaydediyorum.
Sevgi ve selamlar
Serdar Şahinkaya
----------------
Akasyalı Sokaklar

"Üzüm kokan kızlarıyla
Sonra Selçuk göğünde yıldızlarıyla
Giriyordu gecesine denizin.
Gelmiş çağlardan gelecek çağlara Ankara dayanıyordu.
Direnişi bu dizelerle benliğimize katmıştı Ceyhun Atuf Kansu. Ankara da dayanmış ve Cumhuriyetle birlikte yeniden doğarak, salkım çiçekli akasyalar, sevgi dolu çocuklar edinmişti; hiçbir şeyden korkmadan; hiç kimseye öykünmeden ve muhtaç olmadan yaşamayı ilke edinen erdemli gençler için bağımsızlık alanları edinmişti. Yepyeni bir kültür yoğruluyordu her köşeesinde ...
Derken onlar geldiler usulca; öçlerini aldılar: Önce akasyaları kestiler, sonra gururlarını kırdılar çocukların; çağdaşlığın anılarını bulvarlarda çukurlara gömdüler; sanatçıların izlerini sildiler; esnafın hünerli ellerini budadılar ve Başkenti demir parmaklıklarla parçaladılar.
Işık Kansu sezmişti vurgun yiyen Ankara ile birlikte Cumhuriyet onurunun ve erdeminin de yıkılacağını ... Akasyalı sokaklarda yıllarca yaşayanları, yaşananları yazdı insan duyarlılığıyla. Aynı duyarlılıkla "Diyarbakır'a 'şad' akmayan insanlarımızın" öykülerini Ankara'ya taşıdı; belki de o eski günlerdeki gibi birlik oluruz da; Akasyalı Sokaklara döner; 'Yiğitleriyle bir ulusun özü-`Serüvenleriyle yaşamanın özü - Öğretmenleriyle bir ülkünün özü - halk aydınlarıyla bir devrimin özü' diyen sese bir kez daha kulak veririz diye. Sevgilerle, ışıltılarla, umutlarla ve hüzünle yoğrulmuş belgesel-anı-öykü ... "
Mustafa Yıldırım

* * *

Değerli Mülkiyeliler,

Bilindiği gibi, Mülkiye camiasında son yıllarda başlayan, son günlerde ise doruğa çıkarak basına da yansıyan, binaların yıkımı ile ilgili tartışma çok şaşırtıcı, dikkat çekici gelişmelerle devam ediyor.
Haber Türk gazetesi Ankara ekinde yer alan açıklamasında Genel Başkan sayın Ali Çolak’ın “kendi nostaljimizin içinde debelenip durmanın kimseye faydası olmaz” ifadesi, bunlardan en masum olanı.
Devenin “neden boynun eğri” sorusuna verdiği cevaptaki gibi, neresi düzeltilir bu sözün? “Anı” denilen kavram bu kadar basit, bu kadar ucuz mudur? Daha önemlisi, “debelenmek” daha ziyade hayvanlar için kullanılan, aşağılama dozu hayli ağır bir sözcük, deyim değil midir? Sonra, kendi nostaljimizde değil de başkalarının nostaljisi içinde mi debelenmeliymişiz? Bu fiilen, mantıken mümkün değil ki!..
Kendisi hayli genç olduğu için belki içinde debelenecek anısı yoktur; ama Antik İsparta’da yaşlıların uçurumdan aşağı atılması gibi bir yaklaşım içinde midir? Ayrıca karşı bildiriye imza verenlerin en başında kafası ve yüreği ile çok daha genç değerli öğretim üyeleri var. Maalesef henüz ölmedik; Sayın Genel Başkan dua etsin bir an önce ölelim!!!...
Sayın Genel Başkan, gittikçe yaygınlaşan bu karşı çıkışa çok sinirlendiği gibi, anlaşılan karşı çıkanları da neredeyse düşman-hain gibi görmeye başlamış.
Bunun bir kanıtını 25 Aralık 2009 Cuma gecesi bizzat görmek şanssızlığını yaşadım. Kendisine “debelenmek” ifadesinden duyduğum hoşnutsuzluğu belirtmek üzere yönetim katına çıktım; arkası dönüktü, seslendim, bana döndü; o “düşman görmüş” öfkesini gözlerinde, yüzünde gördüm, ses tonunda hissettim. Daha on beş gün önce 4 Aralık akşamı eşimle birlikte yemek yerken karşılıklı, çocuklar üzerinden “oğlan babası-kız babası, hem de iki oğlan…” esprileri yapabilecek kadar içten olan Ali Çolak yoktu karşımda.
“- Ali, o debelenmek ifadesi hoş olmadı yahu…” diyince gözleri çakmak çakmak cevap verdi:
“- Siz de bize neler diyorsunuz!!!..”
“- Ne diyormuşuz?!?!..”
“- Bilançoları açıklamıyor, diyorsunuz!..”
Çok şaşırdım. Ali Çolak bunun için mi bu kadar düşman oluyormuş bize?..
“- Peki…” diyip huzurlarından çekildim..
27 Aralık Cumartesi günü (dün) MÜLKİYELİLER BİRLİĞİ DERNEĞİ VE VAKFI YÖNETİM KURULLARI imzası ile yapılan açıklamayı okuyunca, bu öfke yoğunlaşmasını biraz daha iyi gördüm.
“Genel kurula dönük hesap” yorumu, hele bunun kurumsal kimliğe ve kurumsal kimliği temsil edenlere hakaret olduğu iddiası da devenin boynu gibi düzeltilmesi hayli zor bir ifade. Zaten Turgay Erpul kısmen gerekli karşılığı verdi.
Ancak açıkça ifade etmek isterim ki, ne kadar “Mülkiyeliler Birliği Yönetimi’nin ‘Genel Kurul’da seçimi kazandık ne istersek yaparız’ anlayışında olduğunu iddia etmek, Genel Kurul iradesine ve bu irade ile ortaya çıkmış olan tüm kurullara karşı haksızlık ve saygısızlıktır” denirse densin, izlenen tutumda, sergilenen tavırda ve nihayet açıklamanın bütününde, tam tersine, ülke yönetiminde söz ve iktidar sahibi olanlarınkine çok benzeyen bir diktatörlük sendromu yansımaktadır.
Haksızlık olabilir, ama neden “saygısızlık” olsun?!..
Ayrıca neden haksızlık?!..
Açıklamada, “genel kurulda tartışılmadı, yetki alınmadı” eleştirilerine açık bir cevap yok. “Alındı” denmiyor. Söylenen şu: Efendim biz sadece Mülkiyeliler Vakfı yönetimi olarak karar almıyoruz. Genel kurulun seçtiği bütün yetkili organlar birlikte karar alıyoruz.
Eee… Bu merdi kıptinin şecaat arz ederken sirkatini söylemesi değil mi?
Hepimiz Mülkiyeliyiz, siyaset bilimi okuduk, uygulamayı da yıllardır çok yakından takip ediyoruz. Aynı şekilde, icraatını “beni halk seçti, arkamda halk iradesi var” diye dayatan ve bu yüzden çok eleştirilen hükümet de kendisini halk yetkilendirmiş olmasına rağmen mesela Ermenistan’la imzalanan protokolleri Meclis genel kuruluna getirmek zorunda değil mi? Kaldı ki aynı hükümet genel kurula getirdiği konularda bile çoğunluğunun dayatmasıyla geçirdiği yasalar dolayısıyla aynı şekilde eleştirilmiyor mu?
Demek ki halk desteği ve parlamento çoğunluğu bile “beni halk seçti istediğimi yaparım” eleştirilerine, ülke yönetimi nezdinde dahi mani olamıyor. Yoksa tıpkı açıklamadaki ifadelerle hükümetin de, parlamento çoğunluğunun da arkasında “milli irade” var. Ve hatta Ermeni protokolleri buna rağmen parlamentoya getirilemiyor. Uygulanamıyor da… Anayasayı da değiştiremiyor mesela…
Peki açıklamada ne deniyor? Biz bu kararları Birlik ve vakıf yönetim kurullarının yanı sıra denetim ve onur kurulları da dahil hep birlikte alıyoruz.
Nitelik ve nicelik açısından, Sayın Genel Başkan ve kabinesini destekleyenlerden daha önemsiz olduğunu kendileri dahil hiç kimsenin söyleyemeyeceği büyük bir kitleyi ikna edememişseniz, sürekli “saygısızlık saygısızlık” diyip durmanın çok fazla bir kıymeti harbiyesi olmaz.
Nitekim Genel Başkan da mümkün olduğu kadar çok sayıda insanı karar sürecine katma gereğini duymakta ve hatta kendisini bununla savunmaktadır. Muhalefetin söylediği de nihayet “bu mümkün olduğu kadar”ın, genel kurul kadar genişletilmesinden ibarettir. İstenenler de yap-işlet-devretle değil kendi olanak ve kaynaklarımızla yapalım, mümkünse onaralımdan başka şey değildir.
Ayrıca, birlik ve vakıf başkanının tek kişide birleştiği de bir başka gerçektir. O kurullarda yer alanlar Sayın Genel Başkanın listesinin unsurlarıdır. Yani dört tane kurulun bir araya gelerek karar vermesi demokratlık dozunu en iyi şekilde ayarlamış olmak mı demek?
Son bir nokta “saygısızlık” kavramına atfedilen önem!..
Mülkiyeliler Birliği nihayet bir okul mezunları derneğidir. Bir siyasi parti, hükümet, bir resmi kamu kuruluşu değildir. Kimsenin kimseye bir şey bağışladığı yoktur. Kimse kimsenin sicil amiri değildir. Mülkiyeliler Birliği yönetiminde olmak kimseye sade üyeler karşısında bir avantaj ve hele hele üstünlük sağlamaz. Genel Başkanla, henüz yaşayan en yaşlı üye veya 2009 mezunu bir üye arasında hiçbir fark, hele hele bir ast üst ilişkisi kesinlikle yoktur. Olamaz.
Saygı elbette önemlidir. Ama burada olsa olsa kişisel olur. Bir ağabeyimize, Birlik üyesi olmasa dahi saygı gösteririz. Gösterilmemesi kişisel ayıptır. Ama üyelerin yönetimin uygulamalarına itiraz etmesinin saygısızlık olarak nitelenmesi, yap işlet devret yöntemine karşı çıkılmasının kötü niyet olarak mahkum edilmesi, hiç kusura bakılmasın, bana açıklamanın sonundaki cümlede yer alan “demokrasi”yi değil, kendisini ve politikalarını eleştiren herkesin edebini ölçmeye kalkışan kimi iktidar sahiplerini hatırlatıyor…
Ve nihayet…
Ne tuhaf bir ironidir ki Yönetim Kurulları açıklaması “Mülkiye’den çıkan aykırı sese” atıfla bitiyor. Elbette kast edilen ülke sorunları konusundaki aykırı ses.
Ama düşünebiliyor musunuz; ülke yönetimi konusunda Mülkiyeden çıkan aykırı ses yönetim için iftihar vesilesidir; ama Mülkiyenin yönetimi konusunda Mülkiye’den çıkan aykırı ses ya saygısızlık oluyor ya kötü niyet…
Kimseye hele akçeli bir art niyet ima dahi etmedim. Ama bu tavrı, bu tavırları hiç de demokratik bulmadığımı açıkça ifade eder, saygılar sunarım.

Ali TARTANOĞLU (1977)
(28 Aralık 2009)
* * *


Güzel olan nedir sizce? Ya Tarih nedir ?

Guzel olan nedir ....... ? Guzel nedir sence?
Neye gore guzel, hangi zamana gore, hangi yere gore ?
Mesela bu gorseli verilen binayi alip Safranbolu'da carsinin ortasina Kaymakamlar evi'nin yanina koysak guzel olur mu ?
Ya da Akaretler Yokusuna?
Ya da Soguk Çeşme sokağına ?
Yeni olan, yeniyi cagristiran hersey guzeldir..
Ama neden Paris'te yeni, avantgarde,post modern binalari sehrin hemen disinda yeni bir mahallede kurmuslar dersin ?
Neden Paris'in icinde gostermemisler o post modern sanat orneklerini..
Neden Paris artik eskidi, yikalim yenisini yapalim dememisler?
Neden hala Londra'nin sokaklarini gezdiginde o kirmizi kiremitler sana hep tanidik gelir?
Neden sadece dis cepheyi korumak icin , dis cepheyi askiya alip bir suru para harcayarak binanin gerisini yapmislar?
Neden Varsovalilar eski sehirlerinin aynisini yapmislser, II. Dunya Savaşı'nda yerle bir olduktan sonra? Neden o zamanın modern mimarisini tercih etmemisler.?
Neden Varsova''da , ya da Poznan'da gezerken bir muzedeymis gibi hisseder insan kendini ?
Nedir guzel olan ........ ? Sen bilirsin bu konulari ? Estetik nedir? Mimari nedir?
Yikilmasi gereken nedir? Her eskiyi yikalim mi ?
Her "dokunsan yikilacak" binayi yikalim mi?
Eger oyle olsaydi Safranbolu'da sehirde bir cok binanin yikilmasi gerekirdi..
Ama yikilmadi..ve restore edildi birçoğu..Ve ilk zamanlarda 10.000TL etmeyen binalara şimdi paha biçilemiyor?
Onemli olan bir binanin degeri midir , yoksa onun esi bulunmaz ve kişilikli olmasi midir?
Eski çirkin midir .......... ? Yikilmasi gereken midir ?
Neyi korumaliyiz ? Ve neyi yikmaliyiz?????
Tarihi eser statusu tasimadigi icin mi yikacagiz ? Yerine de bu kisiliksiz her yerde gorulebilecek binayi mi koyacagiz?
Tarih nedir sence ?
Ornegin Ernest Hemingway'in kitaplarini yazdigi Havana'daki evi tarihi bir bina midir ? Bilmiyorum, ama korunuyor ve müze olarak kullanılıyor.
Ya da Mudanya Antlaşması'nın imzalandığı ev ? ( Bu konuda Şevket Süreyya Aydemir'den bir pasajı aşağıda -italik-gönderiyorum.)
Tarih bazen sadece bir bahçedir..Bazen korunması gereken o bahçe ve o bahçedeki yaşanmışlıklardır.Yoksa niye koruruz ki evleri?
Eger insan yoksa icinde, yasanmiyorsa, yasanmisliklar yoksa ?
Sadece anilar icin korunmaz binalar, ama tarih anılarla başlar...
Bu konuya daha sonra devam edeceğim..
Sevgiler,

Kamil KASACI

Anadolu’nun itilaf devletleri temsilcileri ile bir masa başında ilk kuvvet denemesi, Mudanya’da oldu. Mudanya Konferansı 4 Ekim 1922 salı günü öğleden sonra Mudanya’da, Rusyalı bir eski ticaret adamı olan Aleksandr Ganyanof’un evinde açıldı.
Bu ev şimdi bir müze olarak ziyaret edilir. Fakat evin basit görünüşü içinde, düşündürücü bir hava eser. Burası, milletin ters giden talihinin, bütün gerçekleri ile çetin bir İstiklâl Savaşı sonunda yenildiği ve bu yenilginin, Birinci Dünya Harbinin galipleri, yani dünyanın efendileri tarafından kabul olunduğu yerdir. Duvarlarda, o günleri yansıtan anlamlı resimler vardır. Ama bizim ne bu anlamı, ne bu anıları, gereğince değerlendiremediğimiz de, hazin bir gerçektir. Halbuki burası, biraz da unutulmuş halini veren bu basit bina, ilk defa Anadolu’da başlattırılıp, İkinci Dünya Harbinden sonra bütün yarı sömürge veya sömürge ülkelerin bağımsızlıkları ile neticelenen mücadelenin, ilk askerî zaferinin ilan edildiği yerdir. Yani hem çağımız, hem çağdaş bir inkılâp için, ha¬va ve mana taşıyan bir yerdir… Konferansa İsmet Paşa başkanlık ediyordu. Bu onun, milletlerarası bir toplantıya ilk katılışıdır. Konferansın konusu zaten belliydi: Ankara Hükümeti ile Yunanlılar arasındaki harbe resmen son vermek, Trakya ile Boğazlar bölgesini ve İstanbul’u kurtarmak. Ama konferans, gene de bunalımlı geçti, hatta bir aralık iki gün süren bir kesintiye de uğradı. Fakat 11 Ekim 1922′de, konuşmalar olumlu olarak sona erdi. Bir anlaşma imzalandı.

* * *
Önce “Mülk”!, Sonra “Mülkiye” mi ?

Geçen gün HT Ankara gazetesini okuyordum..Orjinal ve oldukça içeriksel bir fikir! (proce). Yine kan beynime sıçradı. Debelenip durdum. “Mülkiyeliler, Mülkiyeliler birliği lokal- mülkünü yıkıyormuş” diyerekten.

Endişem, Mülkiye lokalinin , üye ihtiyaçlarını karşıladığını, karşılamadığını sorgulamak değil. Amacım; Mülk (yani) Kamu, kamu hukuku, kamusal mekan ,kamusal yarar, sosyal devlet gibi erozyona uğratılan kavramların kentsel mekan disiplini açısından açılımıdır.

Şehircilik ilkeleri açısından olaya; “yer” ve “yerindelik” özelinde yaklaşmak gerekir. Söz konusu Bina, Kızılay MİA’ da ve yaya yolu aksındadır. Mevcut Altyapı kapasitesi bu türden yüksek katlı yapılaşmaları kaldıramaz. Otopark sorununun alan içinde çözümü halinde bile,trafik yoğunluğu ve sıkışıklığına neden olacaktır.Yaya yolunun profili dar olduğu için güneşlenme süreler kısalacaktır .Kentdaş, güneş hakkı ve görünüm hakkından mahrum bırakılır. Birde buna yeni yapılması düşünülen 8 katlı binanın, 2. sınıf bir mütehait elinden çıkmış olabileceğini de varsayarsak, kentsel estetik ve “göz hakkına” da pranga vurulmuş olur.

İkinci önemli konu; 8 katlı olması düşünülen binanın (ne amaçlı olduğu da belli değil) yapımına;
a) Hemen karşı binadaki mimarlar odası,
b- Hemen sokağın köşe başındaki şehir plancıları odasının,
c) SBF’ nin içinde bulunan “Ernst Reuter” iskan ve şehircilik kürsüsü öğretim elemanlarının, kent ve kentli hakları bağlamında toplumsal (akademik) tepkileri ne olacak ? Merak ediyorum.!

Mülkiye camiasının yıkıma değil, aslında “yeniden yapılanma ve zihinsel dönüşüme” epeyden beri ihtiyacı vardı. Alan ihtiyacı ve genişleme arzusunu bilemem ama bireysel vizyon genişlemesi ve toplum yapısını yozlaştırmayacak ve dışla(n)mayacak bir bilinç sıçraması içine girmeleri kendileri açısından ve de kimliksel gelişimleri açısından da elzem olduğu görülmekteydi. Tüm bunlara rağmen, yetmiyorsa…Fiziksel mekan ihtiyaçlarını da Cebeci kampüsünden karşılayabilirler. Yüksel caddesindeki binayı da restore eder, adam gibi bakım onarımını yaptıktan sonra özelleştirebilirler!! ve lokalin başına da iyi bir ahçı getirilirse de iyi olur hani...

Evet… bir ”değişim” (İttihad) ve “dönüşüm (Terakki) işi..!

Bunu yapan iki kişi,

Biri erkek biri dişi,

Biri Mülk, diğeri Mülkiye!

Yoksa, “Önce Mülkiye, sonra ANKARA mı ?

Yoksa ve yoksa , “Önce yık, sonra yap, sonra da rant mı?”

Bu vesile ile;

Kuğulu parkında kesilen kavak ağaçları için eylem yapanlara da haksızlık yapmayın. Onların da hayallerini yıkmayın. Bireysel anılarımızı ve kurumsal hafızalarınızı zorlamayın. Kendinizi, çifte standartlı (ikili ahlak), “mülk-leştirilen”! toplum mühendisi olan sayın Gökçek’ in zihniyeti ile de aynı kefeye koymayın. Koymayın ki; Tarihsel kimlik kopuşunuzu (açılımınızı) ve demokratik-hukuki haklarınızı size hatırlatmak zorunda da kalmayalım.!

TAHİR ÇALGÜNER

Y.Şehir ve Bölge Plancısı, G.Ü Şehir Planlama Bl. Öğtr. El.

* * *

Mülkiyeliler Birliği yıkılıyormuş

Yıl 1973, aylardan Haziran, kent Mersin…
Annesi ve babası Almanya’ya gittiği için bize bırakılan kuzenim Adnan 11, ben ise 9 yaşındayım…
Evimize 50 metre mesafede yazlık Mehtap Sineması var…
Sinemanın en ön sırasına kuruluyoruz kuzenimle.
Hem de her gece…
Aynı filmi hafta boyunca izlediğimiz için her karesi hafızamıza kazınıyor.
Yine böyle bir haftanın sonunda “aşk” denen şey kafamıza takıldı.
Film yabancı bir filmdi, ama nedendir bilmiyorum, “aşk” o kadar yabancı bir film değil gibi gelmişti bize… Sanki dokunacağımız, göreceğimiz bir şey gibiydi...
Kafamız karışmıştı…
Acaba gerçekten de “aşk”, bir abiyle ablanın parkta el ele oturması, abinin ablanın saçlarını okşaması mıydı?
Kararlıydık…
Bilmeliydik, öğrenmeliydik.
Öğrenecektik de…
Hem de bizzat görerek…
*
Oturduğumuz semtten deniz kıyısına giderken farklı yollar vardı, ama o yollardan biri vardı ki çok ilginçti. Denize ulaşmak için ortasında -çoğu zaman içinde suyu bulunmayan- bir havuzlu parktan geçmemiz gerekiyordu, ama ilginçliği başka bir yönünden kaynaklanıyordu.
Adından:
“Aşıklar Parkı”…
Kuzenimle birçok kez bu parka gidip kenarındaki ağaççıkların arkasına saklanarak “âşıkları” bekledik. Onları tanıyacak, öğrenecektik; gerçekten de, el ele mi oturuyorlar, saçlarını mı okşuyorlardı birbirlerinin…
Ama bir türlü göremedik…
*
Esin kaynağımız filmin yabancı film olmasından hareketle fikir yürüttüm.
“Acaba bizde aşk başka mı?”
Kuzenimin yanıtı da bir soruydu.
“O zaman bu parkın adı niye böyle?”
Karşılıklı sorularımıza “Aşıklar Parkı” yanıt vermedi, veremedi bir türlü…
Onca ziyaretimize karşın bir tane aşık bile göremediğimiz o park, yerel yönetimce “işlevsiz” görülmüş olsa gerek, yerle bir edildi ve ortasından yol geçti…
Ne ilginçtir ki, 35 yıl önceki o parktaki büyü, kentlinin belleğine öyle bir yer etmiş olmalı ki, oranın adı hâlâ “Aşıklar Parkı”dır…
Ama küçük bir önadla: “Eski Aşıklar Parkı”…
*
Yıl 2008, aylardan Temmuz, kent Ankara …
Bir öğlen tatilinde Kızılay’daki “Gökdelen”in önünde yürüyorken, dikilmiş duran gencin sesi -telefon konuşması olarak- kulağıma misafir oldu.
“Ben geldim aşkım, GİMA’nın önündeyim, sen neredesin?”
Durdum…
Önce telefonun sahibine baktım: “Bir âşık”
Kafamı kaldırıp, binanın girişinin üstündeki levhaya baktım: GİMA yoktu…
Zihnim 35 yıl öncesine bir tur atıp döndü hızla.
Ne ilginç, dedim içimden…
“Niçin” mi?
“Aşk” için değildi bu kez zihinsel turum…
“Kent belleği” içindi…
“Aşk” nasıl olsa bir yolunu buluyordu sonuçta.
Peki, ya “kent”?
Peki, ya “kentlinin belleği”?
GİMA yoktu artık…
Bitmişti, bitirilmişti işte…
Düşünebiliyor musunuz; hani, Ankaralının önünde randevulaştığı, buluştuğu en merkezi yerlerden biri olan o Gökdelen’in girişindeki GİMA vardı ya, o “adres” artık orada yok…
Ya, kentlinin belleğinde durum ne olacak?
Sanırım en azından bir süre daha yaşayacak gibi…
*
Mülkiyeliler de Nasıl Geçti Habersiz?
“Nasıl geçti habersiz” diye başlayan bir şarkımız vardı, hemen hepiniz hatırlarsınız…
Peki, bir şarkı sözü olarak değil, şarkıda icra edilen dizelerden çok daha fazlasına sahip bu şiir kim tarafından yazıldı?
“Nihat Aşar” tarafından yazıldı…
Nihat Aşar kimdi?
Birden çok unvanı olmasına karşın o hep sadece iki konumundan biri olan “Kızılay” çalışanı, “Kızılay genel müdürü” olmakla anılmayı severdi…
Nihat Aşar birkaç yıl önce son kere öldü…
“Son kere” diyorum, çünkü onun genel müdürlüğünü yaptığı “Kızılay Binası”, yenisi, daha moderni yapılacak diye yıkıldığında da ilk kez ölmüştü…
*
Az önce yazdım, “iki konumundan biri” şeklinde… İşte Nihat Aşar’ın taşımakla gururlandığı bir başka kimliği daha vardı: “Mülkiyeli olmak”…
Bulunduğu meydana adını verecek kadar önemli bir kuruma, “Kızılay”a başkanlık etmiş, hayatta olmayan Nihat Aşar’ı yeniden diriltip bir daha öldürmeye kimin hakkı var?
“Mülkiyeliler Birliği, yerine daha yenisi daha moderni yapılıyormuş yap-işlet-devret modeliyle!”
Nihat Aşar ,iyi ki yaşamıyor, zira yaşıyor olsaydı “Mülkiyeliler Birliği daha yenisi, daha moderni yapılmak üzere yıkılıyor” haberi karşısında bir kez daha ölürdü.
Uğradığı erozyonda saltanat sürmekte kararlı zihniyet sahibi insanlardan kurulu bir ülkede yaşadığımıza artık iyiden iyiye inanmaya başladım.
Ve ne kadar başarılı olur hale geldik insanlarımızı sürekli yaşarken öldürme ve/veya diriltip öldürme konusunda, değil mi?...
*
Not: Bu yazıyı yazan ben, Mülkiyeli değilim, ama Mülkiyeliler Birliği tesislerinin -kent belleği açısından- olduğu gibi kalmasının önemine inanan biri olarak bu yazıyı yazdım…

ORKUN LEVENT BOYA
03-01-2010, Pazar

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder