27 Ocak 2010

MÜLKİYE BİNALARINA İLİŞKİN ÇAĞRI

.

Değerli Mülkiyeliler ve Mülkiye Dostları,

Mekteb-i Mülkiye’den Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne uzanan yolda
150 nci kuruluş yıldönümünü gururla kutladığımız okulumuz, yetiştirdiği bilim insanları, aydınlar, siyasetçiler ve devletin her kademesinde görev yapan yöneticileriyle birlikte saygın bir kurum olmuştur. Mülkiye mezunları, varlıklarını ülke sorunlarının çözümüne, insanımızın aydınlanmasına ve yüceltilmesine adayan, ilerici, çağdaş, aydın ve devrimci bir geleneğin temsilcileridir. Ülkemizin içinde bulunduğu zor koşullarda sürdürülen demokrasi, bağımsızlık ve özgürlük mücadelesinde Mülkiyelilerin ön saflarında yer alması gereği son yıllarda daha fazla önem kazanmıştır.

Bilindiği üzere, Mülkiye mezunlarının 1946 yılında Ankara’da kurduğu Mülkiyeliler Birliği Derneği’nin binaları ve bahçesi; toplumsal hafızamızda önemli yeri bulunan olaylara ev sahipliği yapmış, Mülkiyelilerle aynı değerleri paylaşan siyasetçiler, aydınlar, sanatçılar ve daha birçok muhalif için adeta bir vaha olmuştur. 12 Eylül Anayasasına alternatif anayasa taslakları bu mekânlarda hazırlanmış, Dil Derneği burada kurulmuş ve Aydınlar Dilekçesi bu binalarda yazılmıştır. 12 Eylül’ün tüm baskılarına rağmen hapsedilen, işkence gören, susturulmaya çalışılan, okullarından uzaklaştırılan öğretim üyelerinin, öğrencilerin, aydınların, kısacası tüm muhalifler için bir sığınak oluşturmuştur.

Sivas Katliamının ertesi günü, Aziz NESİN ve Cevat GERAY hocamız başta olmak üzere ilk basın açıklaması ve toplumun gerçeklerle yüzleşmesi bahçemizde gerçekleşmiştir. İşçi sınıfı temsilcisi üç konfederasyon 12 Eylül sonrasında ilk defa işçi sınıfı birlikteliğine adım atmış, Muammer AKSOY Hocamız ile Gazeteci Uğur MUMCU’ nun cenaze törenlerinde demokratik kitle örgütlerinin evsahipliği yine bu salonlarda üstlenilmiştir. Ayrıca, Prof. Dr. Ernest MANDEL, Prof. Dr. Michel CHOUSSUDOVKSY, Samir AMİN, Brendan MARTİN gibi uluslar arası konuklar yine bizim mütevazı salonlarımızda ağırlanmıştır.

Özetle, Mülkiyeliler Birliği, sadece Mülkiyeliler için değil, Mülkiyeli olmayan pek çok aydın için de, hatıralarıyla sevip saygı duydukları, dolayısıyla yıkılma ihtimali karşısında ciddi kaygı ve tepkilerini açıkça ifade ettikleri, oluşturulması hiç de kolay olmayan önemli bir kurum, arkasında 150 yıllık onurlu geçmişi bulunan bir gelenektir.

Ancak, inanılması çok güç olmasına karşın, üzülerek belirtmek zorundayız ki, Mülkiyeliler Birliği Derneği’nde 2004 yılından beri işbaşında bulunan Yönetim, çok sayıda Mülkiyeli ve Mülkiye dostu karşı çıkmasına rağmen Ankaralıların belleğinde ve anılarımızda çok değerli bir yeri bulunan bu binalar ile bahçenin yok edilmesi sonucunu doğuracak çalışmalara hız vermiş bulunmaktadır. 2010 yılı Mart ayında yapılacak genel kuruldan önce binalarımızı mutlaka yıkmak niyetinde olan Yönetim, bu iş için hukuka ve Mülkiye geleneklerine aykırı davranmaktan çekinmemekte ve bu kadar önemli bir konuyu genel kuruldan ısrarla kaçırmaktadır.

Mülkiye topluluğu tarafından onaylanması mümkün olmayan böyle bir yönetim anlayışı sonucunda Vakfımıza ait malvarlıkları ciddi bir tehdit altında ve kaybedilme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Öncelikle bu tehlikeden kurtulmak ve bizlere emanet edilen binalarımıza hep birlikte sahip çıkmak için tüm üyelerimizi göreve çağırıyoruz.

Değerli Mülkiyeliler ve Mülkiye Dostları,

Kuşkusuz, mevcut binalarımız eskimiş, yıpranmış ve günümüz koşullarına göre yeniden düzenleme ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Bu durum, Dernek üyelerinin çoğunluğu tarafından kabul edilmekle birlikte, eskiyen her binanın yıkılması gerekmediği, mevcut binalar onarımdan geçirilmek suretiyle ihtiyaca göre yeni düzenlemeler yapılabileceği düşüncesi de yaygın olarak savunulmaktadır. Elbette bu konuya genel kurulda karar verilmeli, binaların yapım yöntemi, bu işin hukuki çerçevesini oluşturan sözleşme ve şartnameler ile finansman imkânları tüm yönleriyle tartışılıp görüşülmelidir.

Bütün dünyada ve ülkemizde yaşanan kriz ortamında yeni binalar için seçilen zamanlama uygun değildir. Bu konuda, acele edilmesini gerektiren acil bir ihtiyaç bulunmamasına rağmen imzalanan 15 yıllık sözleşme nedeniyle Mülkiye topluluğunun büyük kayıplara uğraması kaçınılmaz olabilir. Yıkılacak binaların bilinmeyen bir süre boyunca enkaz yığını halinde kalması olasılığını göz ardı edilemeyecek bir tehlike olarak görmek zorundayız. Genel merkezimizin işlerliğini kaybetmesi, yalnız Mülkiyelilerin değil, ülkemiz demokratik kamuoyunun çok önemli bir mekândan yoksun kalması demektir. Bu mekânı yaşatmak, Mülkiyelilerin temel görevlerinden biri olmalıdır. Aksi takdirde 12 Eylül rejiminin yapamadığını kendi elimizle yapmış, emsalsiz yuvamızı kendi ellerimizle yok etmiş olacağız.

Bilindiği üzere, Mülkiyeliler Birliği ile Vakfın mevcut yönetimi, binalarımızın yıkılmasına meşru bir zemin hazırlamak amacıyla olası bir depremde risk bulunduğunu ve bu konuda ODTÜ’den bir Rapor alındığını ileri sürmektedir. Geçen genel kurulda Mülkiye kamuoyunun bilgisine sunulan rapor, özel bir firma ile bir profesörün imzasını taşımaktadır. Bu raporun, ODTÜ’nün tüzel kişiliğiyle ne ilişkisi vardır? Sayın profesör ODTÜ adına mı rapor düzenlemiştir? Defalarca sorulmasına rağmen bu konu, Yönetim tarafından bir türlü açıklığa kavuşturulmamaktadır.

Oysa “mimari korumacılık” anlayışını benimseyen mimarlarla yaptığımız görüşmelerde; günümüzün ilerleyen inşaat teknikleriyle mevcut binaların yenileme, onarım ve güçlendirme çalışmalarının kolaylıkla yapılabileceği, bu işlerin gerektirdiği harcamaların yeni bina yapımına göre çok daha ekonomik ve rasyonel bir tercih olacağı, dünyanın bütün tarihi kentlerinde onarım ve yenilemenin öncelikli olduğu açıklıkla belirtilmiştir.

Birlik ve Vakıf Yönetimi tarafından Eylül 2009 tarihinde yapılan duyuruda; bir firmayla imzalanan yap-işlet-devret sözleşmesi gereğince, inşaat döneminde aylık 15.000 lira, inşaat tamamlandıktan sonra da aylık 45.000 lira kira geliri karşılığında 15 yıl için yeni yapılan binaların bir bölümünün işletmeci firmaya verileceği açıklanmıştır. Ancak, aynen yeni bina projesinde olduğu gibi, bu firmanın nasıl seçildiği, yeni binaların hangi bölümlerinin firmaya verildiği, kira tutarları ile 15 yıllık işletme süresinin nasıl hesaplandığı ve sözleşmede başka hangi taahhütler bulunduğu konularında Mülkiye kamuoyuna hiçbir bilgi verilmemiştir. Üstelik mevcut Vakıf binalarının bugünkü haliyle yıllık 1.000.000 lira civarında olan işletme ve kira gelirleri, inşaat döneminde yılda 180.000 liraya, inşaat tamamlandıktan sonra da yılda 540.000 liraya düşmektedir. Bu koşullarla imzalanan bir sözleşmenin Mülkiye topluluğuna hiçbir yararı olmadığı gibi sayılamayacak ölçüde büyük zararları vardır.

Ancak, bütün bu gerçeklere gözlerini kapatan Birlik ve Vakıf Yönetimi, risk altında olduğu gerekçesiyle öncelikle otel binasının yıkılmasına karar vermiş ve 16 Mart 2009 tarihinde bu bina boşaltılmıştır. Özel bir firmaya hazırlatılan “Yapı Güvenliği Raporu”nun sonuç bölümünde; “Otel bloğunda zemin katta kaldırılan duvarların tekniğine uygun şekilde tekrar örülmesi ve yapılacak güçlendirme teknikleriyle mevcut binaların deprem riskine karşı dayanıklı hale geleceği” kabul edilmektedir. Aynı Raporda mevcut binalarımızda okuma odası, Mülkiye spor kulübü, İmge Kitapevi ve idari hizmet birimlerinin yer aldığı Konur sokağa bakan bloklar (B ve C blok), en riskli bölümler olarak belirlenmektedir.

Söz konusu Rapora göre, B ve C bloklara kıyasla daha sağlam olduğu kabul edilen otel bloğunun mevcut Yönetim tarafından yıkılmak amacıyla 2009 Mart ayında boşaltılması ve sapasağlam binanın kapıları, pencereleri sökülmek suretiyle Kızılay’ın ortasında terkedilmiş bir virane görüntüsü yaratılması, bizzat Yönetim eliyle Vakıf mallarına zarar verilmesi sonucunu doğurmuştur. Ancak, otel binasının alt katında pastane olarak faaliyet sürdüren işletmeciyi tahliye etmek için açılan davanın Aralık 2009 tarihi itibarıyla henüz sonuçlanmaması nedeniyle otel binasını yıkamayacağını anlayan Yönetim, yine görüş değiştirmiş ve bu kez de ana binamızın yıkılması için hazırlıklara başlamıştır. Edindiğimiz bilgilere göre 26 Aralık 2009 tarihi itibarıyla Mülkiye işletmesi çalışanlarının iş akitleri feshedilmek suretiyle 2010 yılı başında binaların boşaltılması amaçlanmaktadır.

Oysa mevcut binalarımızın yıkılması ve yenilerinin inşaatına başlanabilmesi için imar mevzuatına göre öncelikle inşaat ruhsatı alınması gerekmekte, bu işlemler en az 3 ya da 4 ay gibi bir sürede sonuçlanmaktadır. Bu durumda, aşağıdaki soruların Birlik ve Vakıf Yönetimleri tarafından cevaplandırılması gerekmektedir.

1- İmar mevzuatı uyarınca belediyeden alınması gereken ruhsat işlemleri henüz tamamlanmadan ve inşaat süresi boyunca Mülkiyeliler Birliği üyelerinin sosyal ihtiyaçları için herhangi bir mekân hazırlanmadan mevcut binalarımız niçin yap-işletçi firmaya devredilmektedir?

2-Sapasağlam iki binamız boş dururken Mülkiyeliler Birliği üyeleri için kiralanacak yeni mekânlara ödenecek kira bedelleri israfa yol açmayacak mı ?

3- 2010 yılı Mart ayında yapılacak Mülkiyeliler Birliği Genel Kurulu’nda seçilecek yönetimi büyük bir taahhüt altına sokma pahasına niçin bu kadar acele edilmektedir?

Değerli Mülkiyeliler ve Mülkiye Dostları,

Birlik ve Vakıf Yönetimlerinin binalarımızı yıkmak için bu kadar aceleci davranması ve bu konunun önümüzdeki genel kuruldan ısrarla kaçırılmak istenmesi nedeniyle Mülkiye topluluğunda yaşanan kuşku ve endişeler giderek artmaktadır. Özellikle, yüklenici firmayla imzalanan sözleşmenin bir türlü açıklanmaması, bu endişelerin büyümesine yol açmakta ve Yönetime duyulan güveni ciddi ölçüde zayıflatmaktadır.

Sonuç itibarıyla Değerli Mülkiyeliler ve Mülkiye Dostları,

 - Binalarımızı yıkmak uğrunda hukuka ve geleneklerimize aykırı işlemler yapmaktan çekinmeyen ve Mülkiye kamuoyu tarafından uygun görülmeyen bu tür yanlışlıkların giderilmesi konusunda yaklaşık iki yıldır iyi niyetle yaptığımız çağrıları dikkate almayan,

 - 2010 yılı Mart ayındaki genel kurula üç ay kalmasına rağmen binaların yıkılmasını oldu bittiye getirmeye uğraşan, bu kadar önemli bir konuyu genel kuruldan ısrarla kaçırmak suretiyle üyelerimizin iradesini yok sayan,

-Bu sözleşme nedeniyle yeni seçilecek yönetimleri taahhüt altına sokmaktan çekinmeyen ve gelecekteki gelirlerimizin Vakfımızın zararına neden olacak şekilde azalmasına yol açan,

- Vakfımıza ait Kazan AŞ’nin bilanço ve gelir tabloları ile öz kaynak yaratma potansiyelini Mülkiye kamuoyundan saklamak suretiyle öz kaynaklarımızın gerçek değeri hakkında bilgi vermeyen,

Mülkiyeliler Birliği Derneği ile Vakfın mevcut yönetimleri Mülkiye topluluğu nazarındaki güvenilirliğini yitirmiştir.

 Yukarıda açıklanan nedenlerle sizleri bu çağrımızı olabildiğince çok sayıda Mülkiyeliye ve Mülkiye dostuna ulaştırmaya, isminizin çağrı ekinde yer alması için bu kaydı yorumlamaya veya 'mulkiyebinalarinikoruyalim@gmail.com' adresine ileti göndermeye, Birlik ve Vakıf yönetimlerinin tutumunu protesto etmek için 'mulkiye@mulkiye.org.tr' adresine görüşlerinizi yazmaya davet ediyoruz.


Prof. Dr. Cevat GERAY
Prof. Dr. Mümtaz SOYSAL
Prof. Dr. Ruşen KELEŞ
Prof. Dr. Korkut BORATAV
Prof. Dr. Alpaslan IŞIKLI
Prof. Dr. Sina AKŞİN
Prof. Dr. Metin KAZANCI
Prof. Dr. Abuzer PINAR
Prof. Dr. Ahmet Haşim KÖSE
Prof. Dr. Ayşegül MENGİ
Prof. Dr. Birgül AYMAN GÜLER
Prof. Dr. E. Ahmet TONAK
Prof. Dr. Erinç YELDAN
Prof. Dr. Esra DANACIOĞLU
Prof. Dr. Ferda HALICIOĞLU
Prof. Dr. Feride DOĞANER GÖNEL
Prof. Dr. H. Ünal NALBANTOĞLU
Prof. Dr. Hüseyin YAZICIOĞLU
Prof. Dr. Mehmet TUNÇER
Prof. Dr. Nadi GÜNAL
Prof. Dr. Nalan ÖLMEZOĞULLARI
Prof. Dr. Nesrin ALGAN
Prof. Dr. Raşit KAYA
Prof. Dr. Sinan SÖNMEZ
Prof. Dr. Tülay ÖZÜERMAN
Prof. Dr. Tülay YÜCEL DEMİREL
Doç. Dr. Ahmet Alpay DİKMEN
Doç. Dr. Ahmet ERTUĞRUL
Doç. Dr. Ayşegül AYDINGÜN
Doç. Dr. Çağatay KESKİNOK
Doç. Dr. Erdoğan YILDIRIM
Doç. Dr. Hakan MIHÇI
Doç. Dr. İsmail AYDINGÜN
Doç. Dr. Recep BOZTEMUR
Doç. Dr. Seyhan ERDOĞDU
Doç. Dr. Şeref İBA
Doç. Dr. Tuğrul KATOĞLU
Dr. Ahmet Sabri EROĞLU
Dr. Bülent TOPTAŞ
Dr. Mustafa KARABIYIK
Dr. Mustafa Kemal PALAOĞLU
Dr. Müge YETENER
Dr.Orhan KURMUŞ
Dr. Semra PEKKAYA
Dr. Serdar ŞAHİNKAYA
Dr. Turhan TUNCER
Dr. Ulaş Başar GEZGİN

Abdullah DEMİR
Abdurrahman AYHAN
Abidin ÜNSAL
Adalet TOTUK
Ahmet AKGÜN
Ahmet BAYDAR
Ahmet FİDAN
Ahmet GÖKBULUT
Ahmet KABİLOĞLU
Ahmet KAVAKLI
Ahmet KILIÇ
Ahmet Muhtar MUTLUAY
Ahmet ŞALAK
Ahmet TAN
Ahmet Veysel ÖZER
Ahmet Zeki BULUNÇ
Aişegül BOZKURT
Akın DEMİRER
Akın KÖSETORUNU
Alaaddin KAYIHAN
Alaeddin ASNA
Ali ACU
Ali ERDİNÇ
Ali Ergun ŞENTUNALI
Ali H. KİBRİTÇİOĞLU
Ali KAPÇAK
Ali Kemal SANCAK
Ali MAKAL
Ali Rıza AKDORA
Ali Rıza AVCAN
Ali Rıza SÖZEN
Ali SERİNDAĞ
Ali TARTANOĞLU
Ali TULGAN
Aliye ATAÇ
Aliye Tülin ÖZERKLİĞ
Alp SAĞNAK
Alp ÜNER
Arif TORAGANLI
Armağan CAĞATAY
Arzu ZENGİN
Aslan ÜNLÜTÜRK
Aslı AVCI
Aslı ÖZCAN
Asuman DEDE
Asuman ERDEM
Asuman İLHAN
Aşir EKİNCİ
Atilla ERTUNA
Attila AŞUT
Aydın ESEN
Aydın ÖZAKIN
Ayfer SUİÇMEZ
Ayhan ENGİNAR
Ayhan EREL
Ayhan EROL
Aykut BAKIRCI
Aykut OZAN
Aynur GÜNGÖR
Aysel BELLEK
Ayşe AKDENİZ
Ayşe Ali YÜCESOY
Ayşe ÇULHA
Ayşe EKİNCİ
Ayşe Güner SÜRÜCÜ
Ayşe MEMİŞ
Ayşe Önder VELİDEDEOĞLU
Ayşen AKGÖKÇE
Aytek ÖZEL
Aytekin YARKIN
Ayten ÖZCAN
Ayten ŞAHİN
Banu AKKUZU
Bayar TIPYARDIM
Bekir KARA
Belgin ŞATIROĞLU
Belma ÇAMOĞLU
Bengisu VURAL
Bengü AKDORA
Berna ÇANGA ÖNAL
Bilal YILMAZ
Bilge ÖZBALABAN
Bilgin AYGÜL
Binali AĞAÇ
Binnur BERBEROĞLU
Birgül ÖZDEMİR
Birsen KARALOĞLU
Burhan ELÇİN
Bülend BÜYÜKAKIN
Bülent BAYKAL
Bülent ÇEVİK
Bülent GÜNDÜZ
Bülent GÜNGÖR
Bülent TEZCAN
Bülent VARLIK
Bünyamin KILIÇASLAN
C. Hakan ÖZERKLİĞ
Can DELİKÇİ
Can Giray ÖZGÜL
Can TAŞPINAR
Candan BAYSAN
Celal TEZEL
Cem LEVENDOĞLU
Cemalettin ÖZTÜRK
Cengiz BULUT
Cengiz GÜRSU
Cengiz ÖZKAN
Cengiz SEZER
Cevahir KAHRAMAN
Cevat İNALTONG
Cezmi AKSOY
Cihat ÇATALCALI
Cihat ÇETİNKAYA
Cüneyt İNAL
Cüneyt SEL
Çağatay ARISOY
Çağatay ÇABUCAK
Çağatay ÖZCAN
Çağdaş ÖZER
Çetin MEMİŞ
Çiğdem ÖZMEN
Çiğdem TAŞÇIOĞLU
Damla GÜRHAN
Demet KARAKAŞ
Deniz ÇAKIROĞLU
Deniz IŞILDAK
Derya Altun ERDEM
Derya KARABURÇAK
Dilek DURGUNAY
Dilek ERKAN
Dinçer GÜNDAY
Dündar SÖNMEZ
Eftal DÖNMEZ
Ekrem GÜNER
Ekrem GÜNGÖR
Elyücel Namık ÖNDER
Emel YILDIRIM
Emin ERDEM
Emine KARAKUŞ
Emre ERGİN
Engin BURAL
Engin TULGAN
Enver AYAŞLI
Enver ÇAMLIDERE
Enver NALBANT
Eray DEVRİMCİ
Eray KARINCA
Erdal ATICI
Erdal GÜNAL
Erdil OLCAY
Erdoğan DEMİRBAŞ
Erdoğan ULUSOY
Erhan DURUL
Erhan ÖZGÜN
Erise VELİDEDEOĞLU
Erol GÖKTÜRK
Ersan ŞENTÜRKLER
Ersen ŞANSAL
Ersin KABAOĞLU
Ersin TATLI
Esat KOÇAL
Esin BAŞ
Esin ÇAĞATAY
Esin GRÜNBERG
Esin SOĞANCILAR
Esvet ERSOY
Eşref AYAZ
Ethem Kutlu ÖZGÜVENÇ
Eyüp ALTAYLI
F. Mefkure EKİCİ
Fadıl BAYSAN
Fadime KAHYA
Fahrettin YAĞCI
Faik CEYHAN
Faruk EVİN
Fatih Mehmet YAZICI
Ferda Genç KARABACAK
Ferhat YURTSEVER
Ferit AKSOY
Feyza Melik KARAVELİOĞLU
Ferudun GÜNEY
Fethi İNCEBACAK
Fetih CEYLAN
Feyhan KAYAALP
Fikret BABAÇ
Filiz BAKİLER
Filiz BEL
Filiz KESKİN
Filiz LEVENDOĞLU
Füsun ÜNLÜTÜRK
Gani BAYER
Gökçen ÇETİNKAYA
Gökhan EROL
Gönülden HANAĞASIOĞLU
Gül ÖZYERLİ İŞBİLEN
Gülay COŞKUN TAN
Gülden AKINAY
Gülen AYDINOĞLU
Gülizar GÜRSOY
Gülsevin TOKCAN
Gülşen YILMAZ
Gülten ÖZDEMİR
Günal SEYİT
Günay GÜNER
Günsel ÇELEBİ
Günseli ERSOY
Gürer SÖNMEZ
H. Bartu SORAL
H. Ertan ERCAN
H.Oğuz ÇİNELİ
Hacer KOCAMAN
Hacı ILGAR
Hakan KIRKLAR
Hale KOLOĞLU
Halil ELMAS
Halil ÖZDEN
Halis DÖRTLEMEZ
Haluk ERPETEN
Haluk ÖZDEN
Hamit Osman OLCAY
Hanife SAÇAK
Hasan MOLLAOĞLU
Hasan Tahsin BENLİ
Hasan UYSAL
Hasan YAMAN
Hasan YETİM
Hatice DÜNDAR
Hatice Seçkin AKUĞUR
Hikmet ULUĞBAY
Hülya SEVEN
Hümeyra KUTBAY
Hüseyin ÖĞÜTÇEN
Hüseyin Özer MERZECİ
Hüseyin ŞİMŞEK
Ilgın AVCI
İbrahim DİNÇ
İbrahim ERDOĞAN
İbrahim ÖZKARTAL
İbrahim TEZER
İbrahim TOPTEPE
İhsan FEYZİBEYOĞLU
İlhan ALLİAN
İlhan ATINÇ
İlhan Hakan ERŞEN
İlter ERTUĞRUL
İlyas SAÇAK
İncigül BAYDAR
İsmail BELGİN
İsmail BİNGÖL
İsmail Hakkı SANCAK
İsmet BABÜR
İsmet Rıza ÇEBİ
Kadir ÖZEL
Kamil KARATEPE
Kamil KASACI
Kamuran HALLAÇ
Kayıhan BATUR
Kazım Kamil COŞKUN
Kazım YILMAZ
Kemal KORKMAZ
Kemal NEHROZOĞLU
Kenan TEPE
Köksal BAĞDU
Kudret EMİROĞLU
Kutlu BARUTÇU
Kutlu KARACA
Lale EDGÜDER
Lemi ÖZGEN
Levent AY
Levent CİNEMRE
Levent HANAĞASIOĞLU
Levent TİPİCAN
M. Coşkun KÜÇÜKAKSOY
M. Emin KARACA
M. Haluk ÖZYURT
M. Sinan LENGER
M. Sudi KOCAİMAMOĞLU
Mefaret AKAN
Mehmet İlker GENÇ
Mehmet KESİMOĞLU
Mehmet KIRCI
Mehmet ÖNGEOĞLU
Mehmet ÖZDAL
Mehmet ÖZMEN
Mehmet Peyami ARIIRK
Mehmet Vedat ÖZBİLEN
Mehmet YANIK
Mehmet YILDIRIM
Mehmet YILMAZ
Mehmet Zeki YAKUT
Mehmet Ziya GÜNAL
Melek AYHAN
Melike Funda KAYNAK
Meltem GİRGİN
Meltem SAĞTÜRK
Mert AKYÜZ
Merve PEDUK
Mesut KELEK
Metin AKSOY
Metin TOZKOPORAN
Mevlüt DURUOĞLU
Mukadder FİDAN
Murat ERGENEKON
Murat SAYIN
Musa TUFAN
Mustafa ADIGÜZEL
Mustafa AKGÖKÇE
Mustafa AKMAN
Mustafa BAYATA
Mustafa GÜLSEVEN
Mustafa KARACA
Mustafa Kemal DOĞRU
Mustafa KIRALİ
Mustafa Korkmaz DİNÇER
Mustafa ORAL
Mustafa ÖZİŞ
Mustafa PEKER
Mustafa SUNGUR
Mustafa UZUN
Mustafa YULUĞ
Muteber BOZTEMUR
Muzaffer APAYDIN
Muzaffer İlhan ERDOST
Muzaffer KULULAR
Muzaffer ÖZDEMİR
Mücella KARAGÖZ
Müşerref NEHROZOĞLU
Naci ÇETİN AKDER
Nadir ELİBOL
Nail DERTLİ
Naim KANDEMİR
Namık ÖZKAN
Nazan ERTUNA
Nazım YEŞİLYAPRAK
Nazik IŞIK
Necip TURGUTER
Necla AKGÖKÇE
Nedret ULUĞBAY
Nejat KUMBASAR
Neriman OĞUZ
Nermin BIÇAK
Nesrin KAYA
Neşe TARTANOĞLU
Nevcihan Dermanlı YETİM
Nevzat ÜNER
Nihan GÜRCÜOĞLU
Nihat EKİZ
Nil DAVRAN
Nilgün ERDEM
Nilgün Sezer ÇAKMAK
Nilüfer BABAÇ
Nur ATEŞ (ALPINAR)
Nur KABAOĞLU
Nuran ÖZŞAHİN
Nursel TURAN
Nurten AKYAZILILAR
Okan TÜNSOY
Oktay AKTAMUR
Okyanlı TATLICIOĞL
Onur TOKA
Orhan BURSALI
Orhan KICIMAN
Orhan VELİDEDEOĞLU
Orkun Levent BOYA
Osman CABBAR
Osman Erol ANIK
Osman YILDIRIM
Oya HİTAY
Ömer AKAN
Ömer ERSAN
Ömer KAZANCI
Öner Bilge SÜLÜKÇÜ
Öniz ERCAN
Özden KIZILELMA
Özge ERBAŞ
Özgen ACAR
Özkan YILDIRIM
Özlem ERASLAN
Öznur AKBAY
Pelin SANCAK
Rahmi YILDIRIM
Ramazan ARSLAN
Remzi GÜR
Reyhan ERYILMAZ
S. Necdet ÇELEBİ
Sabri ÜNLÜ
Sadi NEBREKLİ
Saffet DÖĞENÇAYIR
Safiye YILDIRIM
Sait TOPTAŞ
Salih Zeki AKTEKİN
Sami BELİNER
Sami GÜVEN
Saregül ÜNLER
Sariye ELDEVEKLİOĞLU
Sarper ATAKUL
Savaş ALDOĞAN
Savaş SÖNMEZ
Sebahattin ÖZTÜRK
Seçkin İREN
Seher OZAN
Selahattin KESER
Selçuk ÖZŞIRAY
Selda TUNCER
Sema BAYBARS
Semih KANDİLCİ
Semra BOZDAN
Semra SANCAK
Semra SOLAKOĞLU COŞKUNER
Senem YÖRÜR
Serdar BALTA
Sermin YÜCEL
Sevgi TİRYAKİOĞLU
Sıdıka ALP
Sıtkı ÖZDEMİRCİ
Sibel Gökçek DALCAN
Simla ÖZ
Suat BOZTAŞ
Suat GÜRSOY
Suay KARAMAN
Suay KUREYŞİ
Suna BAYDAR
Süha ÇİL
Süha GÜROL
Süleyman CEBECİOĞLU
Süleyman GARİPAĞAOĞLU
Süleyman GÖKDEMİR
Süleyman GÜR
Süleyman KAHRAMAN
Şafak TARTANOĞLU
Şaziye ZİNGÖL
Şemsettin AYKUL
Şener ÇINAR
Şengül KOÇ KARA
Şerafettin YARKIN
Şerif TÜTEN
Şükran ÇAKIR
Şükrü KUTLUAY
Tahir ŞİLKAN
Talat Taşkın HALICI
Taner YÜCEL
Tanju UĞURLU
Tarık UYANIKSOY
Tayfun BEŞE
Tayfun İŞBİLEN
Tayyar ATEŞ
Tekin ÇINAR
Tekin SUÇIKARAN
Teyfik Gülek ÖZKAL
Timur YILMAZ
Tolga ATAMAN
Tufan GEZER
Tuğrul Bilen ÜNAL
Tuncay YEŞİLBAŞ
Turan BAYAZIT
Tufan DERİNER
Turan TANÖREN
Turgay ATALAY
Turgay ERPUL
Turhan FEYİZOĞLU
Tülay AKTAŞ
Tülay AYDIN
Tülin AKDENİZ
Tülün ŞİMŞEK
Tümay ERGİN
Tümay KAHRAMAN
Uğur BORAN
Uğur BÖRÜ
Uğur DEMİR
Uğur Hamit ÇAKMUR
Uğur ÖZYİĞEN
Uluç GÜRKAN
Uluğ İlve YÜCESOY
Ural ILICALI
Ülker TOPTAŞ
Ümit HATİPOĞLU
Ümit SARAÇOĞLU
Ümit Şeref KAYACAN
Ünal ER
V.Oya KURTCEBE
Vural CENGİZ
Vuslat ÖZDEMİRCİ
Yasemin ERDEM
Yasemin KÖKEN
Yasemin ŞEN
Yaşar Ahmet HIZARCI
Yaşar SEYMAN
Yaşar SÜMER
Yavuz ELİŞ
Yıldırım KOÇ
Yılmaz ONAY
Yılmaz TAN
Yiğit DERİNER
Yurdaer AYDOĞ
Yusuf GİZLİ
Yusuf SARAR
Yücel MERTOĞLU
Yücel ÖZLEM
Yüksel POLATKAYA
Yüksel SÖNMEZ
Zafer ALİOĞLU
Zafer KUTLU
Zekeriya ÇUBUK
Zeynep SAKARYA
Zeynep YALGIN
Zihni KARTAL
Ziya AKBULUT
Ziya BOZTEPE
Ziya METİN
Zuhal ÖZTÜRK
Zuhal TEK
Zülfiye KILIÇASLAN
*






26 Ocak 2010

BASINDA MÜLKİYE BİNALARI II



















Mülkiyeliler yıkılmalı mı

Yaşar SÖKMENSÜER
Hürriyet, 9.1.2010

MART 1984.
Mülkiyeliler Birliği'nde kaleme alınan Aydınlar Dilekçesi'ni bin 300 aydın imzalıyor.
Dilekçe, "Türkiye’de Demokratik Düzene İlişkin Gözlem ve İstemler"i içeriyor.
Dilekçenin imzalı kopyaları Altındağ 1. Noteri'ne teslim ediliyor.
Köpürüyor Kenan Evren:
"Vahdettin de aydındı. Ama vatan hainiydi.
Ne yapayım ben böyle aydını!"
Dilekçenin öncüsü Aziz Nesin'in yanıtı gecikmiyor:
"Vahdettin'in aydın olup olmadığı tartışılır ama devlet başkanı olduğu kesindir.
Onun (Kenan Evren'in) bildiği, anladığı tek aydın, Aydın vilayetidir.
Bunlar okumazlar..."
Nesin'in açıklamasını izleyen gazetecilerden birisi "şevkle" giriyor araya:
"Olur mu efendim, Sayın Evren Platon'un Devlet'ini okuyordu geçenlerde. Fotoğraflı haberini bile yaptık..."
"Eh" diyor Aziz Nesin, "Platon'un Devlet'i 70'inde okunursa böyle olur"...
* * *
Mülkiyeliler Birliği'nin yıkılacağını duyduğum an, belleğimden bir çok anı sıyrıldı geldi gözümün önüne.
Konur Sokak'taki Mülkiyeliler Birliği'ne bir dönem çok sık giderdik.
Yazın bahçesinde sohbete, kışın üst katlarda briç oynamaya...
Yıllardır görmediğimiz arkadaşlara rastlardık orada.
Sadece planlı değil sürpriz buluşmaların da mekanıydı.
* * *
Mülkiyeliler, sadece Kızılay'dan geriye kalan nadir simgelerden birisi değil, tarihtir, bellektir.
Yaşayan bir tarih, yaşayan bir bellektir.
İsmiyle/cismiyle "Mekan"dır. Hatıra, hafıza mekanıdır.
* * *
Ama bu kentte 15 yıldır hafızamız/havsalamız ambale edildi.
Kırk yılda 10 bin kez "Perde" diyen Yeni Sahne yıkıldı, lokal oldu.
Şimdi sıra Mülkiyeliler Birliği'nin "plaza" olmasında...
Yine sadece TMMOB ve "Mülkiyelilerin Yıkımını Durduralım Girişimi" tartışmaya açmaya, engellemeye çalışıyor bu yıkımı.
Resterasyon, yeniden yapılandırma vb. nedeni, nasılı, ne olacağı, yeni mimarisi/kimliği geniş katılımla tartışılmalıdır.


http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/13424451.asp?yazarid=181&gid=140


21 Ocak 2010

Ali Çolak'a İstida

           Sevgili (Mülkiyeliler Birliği Derneği ve Mülkiyeliler Birliği Vakfı) Başkanım,
           Sevgili Mülkiyeliler Birliği Yönetim Kurulum,
           Sevgili Mülkiyeliler Birliği Vakfı Yönetim Kurulum,
           Sevgili Mülkiyeliler Birliği Derneği ve Vakfı Yönetim Kurullarım,


           Hanginiz hanginizsiniz, tam kestiremediğim için tüm unvanlarınızı birlikte kullanmak zorunda kaldım. Affımı dilerim ve kısaca “Sevgili Başkanım” demekle yetinmeme izin vermenizi rica ederim.

           Sevgili Başkanım,
           18 Ocak 2010 Pazartesi günü saat: 11.59’da, e- postama MB’den bir mesaj geldi.
           İmzası “MÜLKİYELİLER BİRLİĞİ DERNEĞİ VE VAKFI YÖNETİM KURULLARI”, başlığı da “Mülkiye Sitesi Çalışmaları Durduruldu mu?” idi. 18 Ocak tarihli duyurunuzda beni hedef alan bir durum yoktu ve ben bu duyuruda olsa olsa “Mülkiye Sitesinin yapılmasına içtenlikle inanarak karşı çıkan üyelerimiz”cümlesi içinde tarif edilmiştim. Ama, duyurunun dili beni çok rahatsız etti.
           Aynı gün Cumhuriyet gazetesi Ankara baskısında (taşrada da yayınlandı mı bilmiyorum) MB Yönetimi’nin bir duyurusu, bundan iki gün önce de (16 Ocak Cumartesi) Milliyet gazetesi Ankara ekinde (en azından bir bölümünün yalanlanmasını dilediğim) bir demeciniz yayınlanmıştı.
           Cumhuriyet gazetesindeki duyuruda MB yönetimi, sizin adınıza, TEKEL DAYANIŞMA GRUBU’nda adınızın İZİNSİZ olarak kullanıldığını açıklıyor ve bu listedeki bazı isimlerle adınızın bir arada geçmesinden rahatsızlık duyduğunu bildiriyordu.
           Bu satırların yazarı, özelleştirmeye karşı mücadele denince, -lehtarı olsun aleyhtarı olsun, Türkiye’de- adı ilk akla gelenlerden birisidir. Birlik yönetim kurulumuzun, adınızın birlikte anılmasından “rahatsız olduğu” isimlerden OLMADIĞIMI biliyorum. Ama, isminizin “izinsiz kullanıldığı”nın neden 10 küsur gün sonra ve sizin değil de yönetim kurulunuz tarafından açıklandığını anlayamıyorum.

           Sevgili Başkanım,
           Bildiğiniz gibi, TEKEL işçileri haklarını almak için eylem yapıyorlar ve bu eylemlerden biri de “kendini zincirlemek”.
           TEKEL işçileri kendilerini Boğaz Köprüsü’ne zincirlediler, AKP genel merkezine zincirleme girişimleri ise, emniyet kuvvetleri tarafından engellendi.
           Siz, 16 Ocak 2010’da Milliyet Ankara ekinde yayınlanan (ve hâlâ bir bölümünün yalanlanmasını umduğum) demecinizde binaların yıkılmasına karşı çıkanlara şöyle seslendiniz:
          “Bu bina kendilerini zincirleseler de, eylem yapsalar da yıkılacak.”
           Oysa, bundan birkaç gün önce TEKEL işçilerini ziyaret etmiş, eylemlerini desteklemiş, güzel sözler söylemiş, onlara çorba dağıtmıştınız. Bu desteğiniz MB sitesinde DAYANIŞMA başlığıyla ve fotoğraflarıyla halen duruyor.
           Tekel işçilerinin direnişine desteğinin devam ettiğini söyleyen yönetiminiz ise, 18 Ocak’ta, sizin adınıza isminizin izinsiz kullanıldığını ve bazı isimlerle bir arada bulunmanızın uygun bulunmadığı için imzanızın (isminizin) geri çekildiğini açıklıyor ve aynı gün yaptığı yazılı açıklama ile yönetiminize muhalefet eden kesimi ağır ifadelerle suçluyordu.

           Sevgili Başkanım,
           TEKEL Dayanışma Grubu bildirisinde benim de imzam var ve bu KİŞİSEL bir imza… Zaten o bildiride kurumlar yok, kişiler var. Kişi olarak imzanızı bir yere koyamıyorsanız, imzanızı bir yere koymayı doğru bulmuyorsanız, kişi olarak geri çekme yürekliliğini göstermeniz gerekirdi.
           Yok, yönetim kurulunuz -başka bazı hesaplarla- size rağmen sizin imzanızı geri çekiyorsa; sizi, isminizi geri çekmek zorunda bırakıyorsa, o zaman sizin kendinizi yönetim kurulundan çekmeniz, istifa etmeniz gerekirdi.

           Sevgili Başkanım,
           Ağaçları kesebilirsiniz, binayı yıkabilirsiniz, üç katını falana, beş katını filana verebilirsiniz, duvarında M. Kemal’in tren camından bakan halini çağrıştıran resimleri yapıştırılmış Ali Çolak fotoğraflarını Mülkiye Sitesi’nin yeni hali diye camiamıza yollayabilirsiniz, bunların hepsine varım, bunların hepsi kabulüm, lakin özelleştirmeye karşı mücadeleyi, lütfen buna alet etmeyin.
           Bu ağabeyiniz, yeterince örgüt kurmuş, yeterince örgüt yönetmiş, yeterince örgüt içi mücadele görmüş, hani -amiyane tabirle- kulağının arkası bile kalmamış, bir eski örgütçüdür. Hizip bilir, hizipler arası mücadeleyi bilir, ayak üstü adam kafalamaları bilir, rakı masalarına götürülüp oy kullanması engellenen adamları bilir, parti içi iktidar yarışı uğruna bir gecede MYK kararıyla yapılmış binlerce üye bilir, manipülasyonu bilir, delege seçimlerinde dağıtılan James Bond çantaları bilir…
            Mevcut durumdan sergi salonu dışında farkı olmayan bir binayı “Mülkiye Sitesi” olarak yutturmanızı sineye çekebilir, sabah akşam medyaya demeç verip, size karşı olanları ötekileştirmenizi sineye çekebilir, muhalefeti ötekileştiren sizken, sizin muhalefeti Mülkiye camiasını ötekileştirmekle -ve utanmadan- düşmanlaştırmakla suçlamanızı sineye çekebilir, ama özelleştirmeye karşı mücadeleyi genel kurul
hesaplarına alet etmenizi sineye çekemez.

           Sevgili Başkanım,
           Bir düşünün;
           Ocak'ın 6 veya 7'sinde TEKEL DAYANIŞMA grubunda -alfabetik nedenlerle- en başta isminiz çıkacak, birkaç gün sonra gidip TEKEL işçilerine çorba dağıtıp sitenizde “DAYANIŞMA SÜRÜYOR” diye reklâm edeceksiniz...
           Cumartesi günü Milliyet Ankara ekinde “medya üzerinden konuşmaya son verin” diye medya üzerinden konuşacak, milleti içtimaya çağıracak, “bir derdiniz varsa bana gelin, BENNNN buradayım” diyeceksiniz. Doğrudan TEKEL işçilerinin eylemlerini çağrıştıran biçimde “kendilerini zincirle bağlasalar da, eylem yapsalar da, bu binalar yıkılacak” buyuracaksınız.
           Ve bu beyanattan iki gün sonra birden -kendi adınızla bile değil MB yönetimi adıyla- TEKEL DAYANIŞMA grubunda isminizin kendinizden izin alınmadan kullanıldığını açıklayacaksınız.
           TEKEL işçilerinin -kendini zincire bağlamak vb başka- EYLEM’lerini desteklerken, binanın yıkılmasına şu ya da bu biçimde karşı çıkan üyelerin - yapmadıkları- eylemleri baştan mahkûm ederek düştüğünüz çelişkiyi fark edince, TEKEL dayanışma grubundan -isminizin izinsiz kullanıldığını 10 gün sonra hatırlayıpçekileceksiniz.Haklarını arayan işçilere çorba dağıtmakla övünecek, ama Birlik içindeki
muhalefete hak aramayı yasaklayacaksınız.

           Sevgili Başkanım,
           Bunu bir dönem daha kalmak için yapıyorsanız, değmez. Hiçbir yerde hiçbir iktidar, buna değmez. Nasıl olsa, bir dönem de başkanlık yapsanız ömür boyu da, eninde sonunda geleceğiniz yer, Birlik Toplantı Salonu’nda 16x24 bir fotoğraftır, onu zaten hak ettiniz.

           Sevgili Başkanım,
           Ben, o TEKGIDA-İŞ üyelerine 10 yıl önce özelleştirmeyi anlatan adamım. Eğer özelleştirmeye karşı çıkmaz ve engellemezlerse başlarına gelecekleri anlattığımda, “hocam biraz abartmıyor musun” denen adamım, “aman hocam yaaaa, sigarayı, içkiyi kim, nasıl özelleştirebilir ki” denen adamım. Hayat onlara öğretti…Umarım, size bu kadar büyük bir bedelle öğretmez.

           Saygılarımla.

           N. İlter ERTUĞRUL

19 Ocak 2010

BU YAPIYI YAŞATALIM !!!
















İÇİNDEKİ BÜYÜK, AYDINLIK VE GÜZEL KÜTÜPHANESİYLE UZUN YILLAR HİZMET ETTİ MÜLKİYELİLERE.O KÜTÜPHANE Kİ GENEL KURULLARIN YAPILDIĞI YERDİ. VAKIF SENEDİNDE ADI GEÇEN TEK MEKANDI.
BAHÇEYE AÇILAN KATINDA YENİLİR İÇİLİR SÖYLEŞİLİRDİ. EVLERİ GİBİYDİ MÜLKİYELİLERİN VE MÜLKİYE DOSTLARININ.
SONRA OTELE DÖNÜŞTÜRÜLDÜ. SAHİPLENDİ,AĞIRLADI ANKARA DIŞINDAN GELEN KONUKLARI.
VE GEÇEN YIL HÜKÜM VERDİ YARIM ASIRDAN FAZLA  HİZMET ETTİĞİ MÜLKİYELİLER: YIKILA!
İÇİNİ BOŞALTTILAR, CAMLARINI ÇERÇEVELERİNİ KIRDILAR, TERKETTİLER. O METRUK BİR HARABE ŞİMDİ. PENCERELERİ ÇÜRÜK DİŞLER GİBİ. İÇİNDE LOŞ SARI BİR IŞIK, KARGALAR, SOKAK KEDİLERİ. BİR HAYALETLER EVİ.
AMA KADİRŞİNASTIR ANKARA’LILAR, YALNIZ BIRAKMIYORLAR ONU. GİRİŞ KATI CIVIL CIVIL. DOLUP DOLUP BOŞALIYOR HER GÜN.
YAPRAKLARI DÖKÜLMÜŞ, DALLARI KIRILMIŞ AMA KÖKÜ SAPASAĞLAM BİR ÇINAR GİBİ.DİMDİK AYAKTA.
BİR RAPORA GÖRE HER AN ÇÖKEBİLİR. BAŞKA BİR RAPORA GÖRE O BÖLGEDE DEPREM RİSKİ AZ.
YAŞATALIM GÖZDEN ÇIKARILAN, HARABEYE DÖNÜŞTÜRÜLEN BU YAPIYI. ESKİ HALİNE GETİRELİM.
MÜLKİYELİLERİN YARARLANAMAYACAKLARI BİR RANT TESİSİNE DÖNÜŞTÜRÜLMESİNE, BAHÇE İLE ARASINA BİR PERDE ÇEKİLMESİNE GÖZ YUMMAYALIM.
HAYDİ ANKARALILAR, HAYDİ MÜLKİYELİLER…

7 Ocak 2010

Mekteb-i Mülkiye için mutlu son

Allah Allah”diye geçirdim içimden, “Hiç buralara gelmez. Oysa her gün burada şimdilerde…”

Yiğit Gülöksüz’den söz ediyorum. Sonra çıktı nedeni, Mülkiye Vakfı yönetimi proje yarışması açmış, o da jürinin başı mı olmuş ne? 100 bin liraya patladı bu deneme. Paranın büyük bölümü ona giderken, projeler de yok olacaktı. O zaman öğrendim, benim için vazgeçilmez binanın yıkılacağını, bahçenin yok olacağını. Yarışmaya nasıl da kitch projeler başvurmuştu, anlatamam.

Dahası da var. O akşam, oturduğum masanın bitişiğinde bir genç, orman mühendisiymiş. Belli ki yeni mezun. Vakıf yöneticisi, “Biçim bahçedeki ağaçların bir değeri var mı?” diye soruyor. Allah Allah, Mülkiyeliler Birliği yönetimi tarım işine mi girecek? Genç mühendis, “Hiçbir değeri yok” demesin mi? Daha sonra bu sözde ormancının imzasıyla, “elimizde bu ağaçların değersiz olduğuna dair rapor var” denilecekti. Kaç yıllık at kestanesi ağaçları, bahçenin albenisinin sahibi yeşillikler, böylesine bir garibin imzasıyla yok edilme aşamasına gelecekti. Açık söyleyeyim, ormancıya değil, onu yetiştiren hocalarınaydı eleştirim…

***
Ben Mükiyeli değilim, o yüzden üye de değilim. Mülkiyeli olsam sesim çok fazla çıkar, isyanımı herkes duyardı. Tam 30 yıldır, hemen her gün oturduğum yerin yıkılışına nasıl sessiz kalırım? Bunun için babam olsa tanımam. Buna karşın Mülkiyelilerle ilgili hiç yazmadım, bilmem neden… Ama hepsi hepsi 14 kitabım var, üçünde Mülkiyeliler Birliği geçer. Nasıl geçmesin ki; birlikte oturma onurunu yaşadığım; hadi yitirdiklerimizi sayayım, yaşayanlara sayfa yetmez;

Aziz Nesin, Tahsin Saraç, Rıfat Ilgaz, Can Yücel, Asım Bezirci, Ahmet Arif, Hasan Hüseyin, Erdal Öz, Zihni Anadol, Emil Galip Sandalcı, Atilla İlhan, Nehar Tüblek, Altan Erbulak, Kemal Sunal, Ruhi Su, Uğur Mumcu, Rafet Genç, Adnan Yücel, Mahmut Tali Öngören, Adnan Satıcı, Yücel Özel, Prof. Yaşar Sabuncu, Prof. Neşe Genç, Prof. Bahriye Üçok, Prof. Aydın Güven Gürkan, Erdal İnönü, Abdullah Baştürk, Bahri Savcı, Muammer Aksoy, İsmail Hakkı Önal, Cüneyt Canver, Yavuz Gökmen, Özden Alpdağ, Sivas’ta katledilen Behçet Aysan, Asaf Koçak, Erdal Ayrancı, Uğur Kaynar, Metin Altıok…

Bunlar hemen aklıma geliverenler. Düşünsem üçe katlanır bu isimler. Bu nedenle Mülkiye binası ve bahçesinin her cm karesinde dört beş anı sarkar benim için….

“Kardeşim bırak anıyı manıyı da geleceğe bakın artık!” diyen aklı evvel de çıkar. Anıları bırakıp geleceğe bakan bakar da, ancak şaşı bakar! CİA aklıyla, ABD yaptırttı bunu 12 Eylül’ün kaş göz arpacık paşalarına… Geçmişin onurlu ne kadar anısı varsa, kazınmaya kalkıldı. Şimdi o anılar dirildikçe halk başını kaldırmaya uğraşıyor! Anladın mı şimdi 12 Eylül’lü genç kardeşim!

Ne aydınlar dilekçesinin hazırlanışına, ne işçi direnişlerine, ne sinema günlerine, ne tiyatro şenliğine ev sahipliği yapmasını çok önemsemiyorum ama Mülkiyeli TayfunTalipoğlu’nun açtığı sergiye çağırdığı Melih Gökçek denilen adama, her yere girilemeyeceğini Mülkiyeli üyelerin öğretmesiyle övünç duyarım. (Ah Tayfun ah… ‘Ben hiç Marksist olmadım ama beni öyle sanırlar’ diye de demeç vermiş yenilerde. İlahi Tayfun, biz seni hiç öyle görmedik de sen kendini öyle sanırdın!)

O Gökçek ki, bu nedenle Mülkiye binasının yıkılmasını sağlayacak değil bir kişiye, en az üç kişiye AKP’den milletvekilliği yolunu açar. Kaldı ki, Gökçek’in Kızılay_Konur için özel, ranta dönük planları vardır. Konur 2’de bu nedenle faşistleri örgütletmiş, 6-7 ay önce Konur 1’e, F tipi polislerle birlikte saldırılar yaptırmış, Halkevleri gençleri tarafından püskürtülmüşlerdi.Yediğimiz gazı hiçbir Mülkiyeli unutmuş olamaz. Mülkiye’den en az 20 kişi fırlamış, gözü dönmüş polisin karşısına dikilmişti. Onların arasında Pir Sultan Abdal Derneği’nin genel sekreteri de vardı… Mülkiye bunun için de önemli bir yerdir!

***
Çok şükür Dünya’nın birçok yerini gördüm. Mülkiyeliler Birliği gibi bir yere rastlamadım. Bunu bir gazeteci olarak söylüyorum. Ülkenin başkentinin tam göbeğinde, bahçeli, ağaçlıklı bir yer. Yeni moda; itici, kitch, lükse iştahlı, yabancı bir yer değil. Görmüş geçirmiş ve oturmuş… Bunun da önemi yok ama kentin yazarı çizeri, sanatçısı, siyasetçisi, örgütçüsü, sendikacısı ve de bürokratı burada! Ve çok şükür içki var. İçki varsa haber de var. Gündüz bakanlıkta yüzüme bakmayan bürokrat, iki kadeh parlattıktan sonra ceketimi çeker, “ gel bak ne anlatacağım” diye…. Tam 47 ödülüm var gazetecilikte, en az 35’i Mülkiyelilerden geldi iyi mi?

Evet bu yıl 30. yılım. 30 yıldır Mülkiyelilerde otururum. Randevularım da burada gerçekleşir. ‘Bu akşam ne yapayım” diye hiç düşünmedim o yüzden. En az 30 ülkeden ki çoğu yabancı, hiç arayıp sormadan Mülkiyelere gelirler beni bulmak için. Masa arkadaşlarımla, dostlarımla övünürüm her daim. Garson kardeşlerimi, hayatta kalan tek varlığım anamdan fazla görmüşümdür. Nasıl vazgeçerim Mülkiyelilerden… O kadar kaynaşmışız ki, kim yazdıysa Ekşi Sözlük’te, benim için “Bugüne kadar niye Mülkiyelilerin önüne büstü dikilmedi hala anlaşılamadı” denilmiş. Ne büstü, oraya kabul etmeleri bile onur benim için!

Abartmıyorum. Kaç kez kulaklarımla tanığım. Adam İstanbul’dan, Adana’dan, Diyarbakır’dan, İzmir’den, Samsun’dan gelmiş, sarılır telefona;

-Bil bakalım neredeyim?

Öyle ya Mülkiyelilere gelmek yalnız biz Ankaralılar için değil, tüm Türkiyeli demokratlar, aydınlar için onurdur.

***

Bitti diyorduk ki, yeniden gündeme getirildi yıkım. Bazıları yenileme bekliyordu binalar için. Otel neredeyse bir yıldır “sağlam değil” gerekçesiyle kapatılmış, Mülkiyemiz çolak bırakılmıştı zaten… Sağlam olmayan binada uzun süre lokanta müdürü yatarken bir kısım idari personel çalışıyordu. Alt kattaki pastane ise vızır vızır işliyordu. Bu nasıl iş? “Depreme dayanıklı değil” Allah Allah Ankara birden bire deprem bölgesi mi olmuştu? Bir ODTÜ’lü hocanın bu konuda rapor verdiği söyleniyordu. İzin versinler, bir değil beş hoca imzasıyla Mülkiye binalarının ‘Dünya’nın en sağlam binaları’ olduğuna dair rapor getirseydim.

“Efendim bina yıkımı ve yapımı için görevlendirilen müteahhitin biri AKP’li diğeri Fettullahçı. Gökçek’in adamları” söylentisi çıktığında aldırmadım. Bunca parayı dökecek adamlar TKP’li olacak değil a! Ama ortaya çıkıveren projeyi görünce içim cız etti. Koca Mülkiye sıfırlanıyordu. Bir daha asla o görkeme, o onura, o tarihe ve müşteriye ulaşamayacak, kapısının önünden bile geçmeyeceğimiz, üstelik yeni moda kitch bir bina…

Gerçek Mülkiyeli diyeceğim, genç yaşlı insanlar ayağa kalktı. Mülkiyeli olsun olmasın…. Ne güzel!

Polemik değil amacım. Yönetimin hemen tümü arkadaşım, kardeşim. Yaşamım boyunca ne kadar büyük yanlışlıklar yaptıysam onların da yapma hakkı var. Yanlışlarımı nasıl kötü niyetle yapmadıysam, onlar da öyle. Ve iyi haber; onlar bu niyetlerinden vazgeçtiler. Mart ayında yapılacak genel kurula kadar en azından…

Umudum tümden vazgeçip, yeniden yönetime gelmeleri. Güç ve dikkatlerini Mülkiye olarak ülkenin kötü gidişatına dur demek konusunda ortaya sermeleri, dahası öncülük etmeleri… Beni de sevindirdiler ya, teşekkürlerimi sunuyorum!

HASAN UYSAL

Pazartesi, 11 Ocak 2010

4 Ocak 2010

'Buluştuğumuz Yer Burası'

















Konur Sokak, no 1’deki Mülkiye binaları

RADİKAL
27/12/2009
FÜSUN ÇİÇEKOĞLU

Her mekânsal birimin oluşumunun hikâyesi fiziki ve sosyal bir gerçekliğe karşılık gelir. Ankara’da Yüksel Caddesi ile Konur Sokak’ın köşesindeki Mülkiyeliler Birliği’nin hikâyesinin bizdeki karşılığı ise bir hayaldir. Buluşulacak bir yerin hâlâ olduğu hayalidir.

John Berger’in bir kitabının başlığı Buluştuğumuz Yer Burası. Berger, Lizbon’u annesinin sık sık kullandığı sözcüklerle anlatır kitapta: “Çok geç artık!”. Lizbonluların bir duygusundan, ‘saudade’den söz ederken, “zaman akıp giderken bazı şeyler korunuyor bazıları da kaybolup gidiyordu” der. Portekiz’e ait bir ruh durumunu tanımlayan ‘saudade’yi, “çok geç sözcüğünün fazla dingin bir şekilde söylenişi” olarak tanımlar ve ‘saudade’nin başka bir dile çevrilebilirliğinin zorluğuna değinir John Berger. ‘Saudade’nin Portekizceden başka en güzel karşılığını bulabileceği dillerden biri Türkçe olabilir. Çok geç sözcüğünün fazla dingin bir şekilde söylenmesinde hüzne, melâle bir akrabalık var çünkü. Mülkiyeliler Birliği’nin Ankara’daki melâle aşina binaları için hüzünle “çok geç artık” dememize ramak kaldı. Konur Sokak 1 numaradaki binalarımızın yıkımı gündemde. Yıkımı, 28 Aralık Pazartesi günü başlatmak niyetindeler.

Bizler için Mülkiyeliler Birliği binalarının yıkılması hafızanın, hatıranın ve hayatın bulanıklaşması gibi... Binaların yıkılması sadece Siyasallılar için değil, Mülkiyeliler Birliği’nin salonlarında kışın panellere katılmış, yazın bahçesinde çınar ve atkestanesi ağaçlarının sakin gölgesinde soluklanıp kedileri sevmiş, baharda ıhlamurların baygın kokusunu içine çekmiş, balkonlarındaki demirlere yaslanıp sigara tellendirmiş, otelinde konaklamış, mitinglere giderken kapısının önünde buluşmuş olan herkes için acı verici.

Yüksel Caddesi’nin, Konur Sokak’ın alçacık güzel evlerinin, leylaklı geniş bahçelerinin, akasya kokulu ferah rüzgarlarının zamanlarından kalma binalarıyla Mülkiyeliler Birliği, Ankara demek çoğumuz için. Ankara da Siyasal demek hâlâ bizim için... Hâlâ diyorum çünkü, Siyasal’a gireli 35 yıl olmuş bile. Bir simgeydi Siyasallı olmak o yıllarda. Türkiye’ye dair söyleyecek sözü olduğuna karar vermenin, bir hayali paylaşmanın simgesiydi Siyasal. Siyasal’a Mülkiye demek akla gelmezdi 1970’lerde. Mülkiye mezuniyet sonrasını çağrıştıran bir kelime olduğundan ve mezuniyet aramızdan erken koparılanlar için hiç gelmediğinden belki, Mülkiye kelimesi hâlâ boğazımda düğümlenir.

Ne çok arkadaşımızı toprağa verdik o dönemde. Öyle gençtiler, öyle güzeldiler ki... Onlar gitti, biz kalanlar olduk. Kimimiz 1980 darbesinin ardından hapse düştü, kimisinin payına düşen ise sürgünlük oldu o yıllardan. Eksildik. Eksilmeyen, hayalimizin haklılığına, doğruluğuna ve güzelliğine inancımız oldu. Geçen zaman, “o dönemin” mührünü hâlâ kalbinde taşıyanlara o güzel ve haklı hayalimizin yerine başka hiçbir şey konulamayacağını öğretti.

Kimler geldi, kimler geçti

En zor zamanlarda o mührün sağlamasını yaptığımız yer Mülkiyeliler Birliği oldu. Buluştuğumuz yer oldu Yüksel Caddesi ile Konur Sokak’ın köşesindeki binalarımız. Mülkiyeliler Birliği’nin binaları ve bahçesi sadece mezunlar için değil muhalif aydınlar için de bir buluşma yeri, bir sığınak oldu hep. 12 Eylül Anayasasına alternatif anayasa taslakları bu mekânlarda hazırlandı, Dil Derneği burada kuruldu ve Aydınlar Dilekçesi bu binalarda yazıldı. Sivas katliamının ertesi günü başta Cevat Geray hocamız ve Aziz Nesin olmak üzere aydınlar ilk basın açıklamasını bahçemizde yaptı. Üç konfederasyon 12 Eylül sonrasındaki ilk işçi sınıfı birlikteliğine Mülkiyeliler Birliği’nde adım attı. Muammer Aksoy hocamız ile gazeteci Uğur Mumcu’nun cenaze törenlerinde demokratik kitle örgütlerinin evsahipliğini yine Mülkiyeliler Birliği binaları yaptı.

Bergamalı direnişçi kadınlara onur ödülü verdiğimiz, 2003’te Kürt Sorununa Çözüm Konferansı’nın ilk çağrısını yapan kadınların toplandığı, Sadun Aren hocamızın, Deniz Gezmiş’in avukatı Halit Çelenk’in doğum günlerini kutladığımız, insan haklarının yılmaz savunucusu Haldun Özen dostumuzla son söyleşisini yaptığımız, ayrımcılığa karşı çalışmalarıyla tanınan uluslararası araştırmacı Stepan Kerkyasharian’ı ağırladığımız, Ortak Aday kampanyasını yürüttüğümüz yer hep Konur Sokak 1 numaradaki binalarımızdı. İşte yıkılması gündemde olan, bu binalar.

Yıkımı gündem haline getirenler, kampanyaya dönüştürenler basit bir inşaat faaliyeti olarak sunma gayretindeler süreci. Eski binalar yıkılsın, yerine cam, beton, demirden ibaret olacak yenileri yapılsın istiyorlar. Siyasal mezunlarını mezuniyet yılına göre saflaştırma çabasıyla elele gidiyor üstelik bu yıkım kampanyası. Artık yeni hatıraların oluşturulma zamanıymış, öyle diyorlar bazıları. Buluştuğumuz yeri hafızasız bir mekâna dönüştürecek süreci şu kavramlarla cilalıyorlar: Gelişim, yenilenme, canlandırma!

Her üçünün de neoliberalizmin gözde kavramları olması tesadüf değil elbette. Türkiye’de 1980’lerden itibaren egemen olan neoliberal süreçte kentsel mekânlar gelişim, yenilenme, canlandırma gibi kavramlarla süslenen bir dönüşüm sürecine teslim olmaktan başka çıkar yolu olmayan hafızasız, hatırasız ve hayatsız alanlardan ibaret sanki artık. Mülkiyeliler Birliği’nin Yüksel Caddesi ile Konur Sokak köşesindeki binaları da bu anlayışla yönetilen sürece teslim olmaya zorlanıyor.

Yenilenme dayatmasıyla ortadan kaldırılmaya yeltenilenin “buluştuğumuz yer” olduğunu görmenin zamanı şimdi. Zaman akıp giderken kaybolup gidenlerden değil, korunan şeylerden olsun Mülkiyeliler Birliği binaları!

Bunun için hâlâ çok geç değil!

FÜSUN ÇİÇEKOĞLU: 2000-2004 dönemi Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalEklerDetay&ArticleID=971608&Date=04.01.2010&CategoryID=42

TARTIŞMALAR...GÖRÜŞLER...

Mülkiyelilerin sesine kulak verin


Son dönemde, sivil toplum kuruluşlarımızın sesleri alınan yönetim kararlarında, karar mekanizması oluşturmaya başlıyor ki bu Türkiye adına çok önemli bir gelişmedir.

Eczacılar, itfaiyeciler ve TEKEL işçileri derken bir ses de bugünlerde Mülkiyelilerden yükseliyor… Bilindiği gibi ‘Mekteb-i Mülkiye’den günümüzün, ‘Siyasal Bilgiler Fakültesi‘ne uzanan 150 yıllık yolda, bu okuldan yetişip mezun olan çok sayıda bilim insanı, aydın, siyasetçi ve devletin her kademesinde görev yapan saygın yöneticiler oldu. Fakat son günlerde Mülkiyeliler Birliği’nin adı, yaptıkları son derece özel; ‘Mülkiye Binalarını Koruyalım’ protestoları ile geçiyor. Hem Mülkiyeliler hem de Mülkiye dostları aydınlarca her geçen gün büyüyen imza kampanyasıyla seslerini toplumun geniş bir kitlesine duyurdular.

Bu protestoyu henüz duymamış olan değerli okurlar; http://mulkiyebinalarinikoruyalim.blogspot.com/ web adresi üzerinden tüm detayları alabilirler.

Saygın Mülkiyeliler ve değerli dostları, bu protestolarında; yıkılması planlanan binaların tarihi süreçlerine dikkat çekerek, binaların bir ‘oldu-bitti’ kararla yıkılmasına göz yummayacaklarını, gereken yenileme imkânlarının sonuna kadar kullanılarak binaların yaşatılmasını talep ediyorlar. Öyle ya, halen yaşayan anılar varken her köşesinde, kolay olmasa gerek, o kadar geçmişi bir çırpıda moloz yığını haline getirmek!

Nurten AKYAZILILAR

Devamı için: http://www.turkcelil.com/2010/01/mulkiyelilerin-sesine-kulak-verin/
 
* * *
Beleğimiz silinmek isteniyor
sizinleyiz ve herzamanda birlikte olcağız.
ayrıca çok güzel ve sıcak bir binanız var Ankaraya her gittiğimde mutlaka size uğruyorum

selam ve sevgiler

Ziya METİN
MET MOBİLYA SAN.VE TİC.LTD.ŞTİ.
Aydınlar Mh.Adnan Kahveci Cd.Kardeşler Sk.No:1
Taşdelen-Çekmeköy-İstanbul
 
* * *
15 YIL MÜLKİYE KİMİN OLACAK?

Ankara'nın sokak hareketliliğinin en yoğun olduğu, eylem ve buluşma noktası olan Yüksel ve Konur Caddesinin en eski binalarından biri olan Mülkiyeliler binasını yönetim kurulu yıkmaya karar verdi. Bu yıkımdan sonra Yüksel ve Konur asla bir daha aynı olamayacak.
İki yıl boyunca kamyonlar, iş makinaları,mikserler tarafından işgal edilecek. Bu yıkımdan müteahit ve Yüksel'e geçen yaz saldırı girişiminde bulunup da geri püskürtülenler kazançlı çıkacak. Mülkiye, sol, demokrasi ve sokak ise kaybedecek.
Sürecin tamamına Mülkiye üyelerinin bile hakim olmadığı, müteahitle 15 yıl boyunca gizlilik anlaşmalarının arkasında ne yattığını bilemiyoruz ama bir demokratik meslek birliğinin böyle önemli bir anlşamayı üyelerine bile anlatmadan nasıl yapabildiğini anlamak mümkün değil. Üstelik binanın yapımı için mülkiyelilerin cebinden para çıkmazken finansmanı tamamen müteahhit tarafından karşılanacaktır yani finansmanı dışardan gelecektir.
Müteahitin AKP'li olduğu, Gökçek’e çok sayıda iş yaptığı, Büyükşehir Belediyesinin kentsel dönüşümünün baş aktörü olduğunu bildiğimiz ihaleyi kazanan şirket, iki yıl boyunca inşaatı kendi parasıyla yaparken Mülkiyeliler Birliği'ne aylık 15.000 TL kira ödeyeceği, bina bittiğinde kafe-restoran kısmının şimdi 3000 m2 olan alanı 1500 m2'ye düşecekken 45 bin TL kira ödeyecektir. Yani 15 yıllık işletmeyi alma karşılığında, bina yıkım, yapım, mülkiyelilerin taşınacağı yerin parasını ödeyecek olan müteahhit, nerdeyse bu işi bedavaya, yani bir tür amme işi olarak yapmaktadır. Bu durum acaba sadece Mülkiye ve çevresini ele geçirmek için mi yapılmaktadır sorusunu aklımıza getirmektedir.
Yine Mülkiye yönetimi bu işin rant amaçlı olmadığını söylemiş olsa da İnşaat Mühendisleri Odası’ndan almış oldukları rapor binanın 8 trilyon olan değerinin 13 trilyona çıkacağını göstermektedir. Yani yönetim bina rantını %60 oranında artırarak mevcut alanda bir tür plaza yapmak niyetindedir. Sonuç olarak öyle bir binanın önünde ne seyyar satıcılara, ne sokak müzisyenlerine yer yoktur. Bu rant mantığının da mevcut sağ hükümetinkinden pek farkı yoktur. Nitekim onlar da tüm eski binaları yıkılıp gökdelen ya da AVM yapılacak döküntüler olarak görmektedir.
Biz sokağın sesinin kesildiği, insanların AVM'lere tıkıldığı, sokak kültürünün ortadan kaldırıldığı böyle bir dönemde Mülkiyelilerin binasının yıkılmasına kesinlik karşıyız. Yıkım ve yeniden yapılandırma adı altında paylaşım kavgalarının yapıldığı çirkin ilişkilerden tamamen bağımsızız. Ne binanın işletilmesi, ne mülkiye yönetimi ne de pay isteyenlerle ilişkimiz yoktur. Biz Melih Gökçek'in 15 yıldır yaptığı kenti çirkinleştirme çalışmasına bir örnek daha Konur-Yüksel sokaklarına Mülkiyeliler Vakfı tarafından eklenmesin diyoruz.
Sokağımıza, kentimize ve kültürümüze sahip çıkıyoruz. Mülkiyeti Mülkiyelilerindir ama sokak bizimdir.

Sokaklarımıza sahip çıkmak isteyenleri, Mülkiye binasını yıkılmasın diyenleri 9 Ocak Cuma saat 18:30’da Orta Dunya Cafe de yapacağımız toplantıya bekliyoruz.

MÜLKİYELİLERİN YIKIMINI DURDURALIM
* * *
Selanik Cad'sinde doğmuş, büyümüş ve halen Yüksel cad.'de oturan biri olarak anlatılacak hiçbir hikaye (gereklilikler, doğru-yanlış planlamalar v.s v.s) bunun benim içimi kanatmasına mani olamıyor. Anneni daha uzun yıllar yaşatacağız deyip, estetik ameliyatlara soksalar, gençlik aşıları yapsalar, karşıma bambaşka biri çıksa, dokusu başka, kokusu başka, o yeni yapılana annem gözüyle bakabilir miyim ? Yıkım eylemini sonuna kadar savunan bir beyefendi (!) var, (kendinden yaşça büyük birine “ihtiyar” diyebilen), çok merak ediyorum, geçmişi bir “delete” tuşuyla silinse ve yerine harika bir gelecek konulsa ne kadar mutlu olabilirdi, ne kadar kendi kalabilirdi geçmişi olmaksızın…

Canan Gülay

* * *
MÜLKİYELİLER ve ORMANCILAR

Mülkiyeliler ve ormancılar (orman mühendisleri) toplumumuzun aydın,
duyarlı iki meslek kesimidir. Bu iki kesimi iletide bir araya
getirmemizin nedeni, Ankara'nın Kızılay'ındaki tesislerini yıkarak
yenileme olgusudur.. Eski veya otuz-kırk yıllık binaların yıkılarak
yerine yenilerinin yapılmasında, o kurumların yönetiminde bulunan bazı
aklıevveller ilk kıvılcımı ateşlerler. Ardından yenilemenin
maliyetinin ne denli yüksek olduğu, oysa yıkıp yapmanın daha ucuza
geldiği vurgulanır. Sıra yeni yapılanan aslında hiçbir şeyi
bozmayacağının, tersine daha fazla alan ve gelire sahip olunacağının
probogandası yopılır.

Oysa durum hiç de öyle olmaz. Ankara'nın kent bilinci yok olmaktadır.
Kızılay'daki tarihi Piknik Lokantası'nı ve aynı binada bulunan
Sanatsevenler Lokalini düşünün. Yenilendiler ama yerlerine ne oldu?
Simit sarayı ve fast-foodlar.Ya Kavaklıdere'deki Milka Pastanesi? Şu
anda TV8 binası. Tarihi Bulvar Palas yerinde mi? Üstelik söz
verilmişti, yerine aynısı yapılyacak diye. Şimdi altı kaval, üstü
şişhane bir ucube duruyor orada. Kızılay'a adını veren Kızılay Genel
Merkezi'ni anımsatmaya gerek var mı? Atıl durumdaki hayalet bina
çoktan yerini almış.

İşte ilkin Orman Mühendisleri de böyle yaptılar. Tarihi lokallerini
yıktılar. Üstelik altında da Küçük Tiyatro vardı. O na bile kıydılar.
Ne oldu yerine? Şimdi pek mi mutlular? Gelirleri mi yükseldi? Kullanım
alanları mı arttı?

Aynı atmosfere Mülykiyeliler Birliği de yöneliyor. Zaten önceki
tadilatta binalarını sözüm ona restore edip, postmodern mimariyi
özümsemişler, ardından da işletmeyi bir firmaya temsil etmişlerdi. Ne
anılar gizlidir Mülkiyelilerin salonlarında. Ne memleketler
kurtarılmıştır, Mülkiyelilerin rakı sofralarında. Şimdi Ankara'nın
göbeğindeki otel ve restoran olan iki binayı yıkacaklarmış. Öyle bir
ballandıra ballandıra anlatıyorlar ki projelerini, hani insan işin
özünü bilmese bir balyoz da ben vurayım yaşlı yapıya deyiverecek.

Mülkiyeliler Birliği binalarının yıkılmasını, buna onlar yenileştirme
diyorlar protesto ediyorum. Çok büyük bir yanlış yapılmaktadır. Bütün
o güzellik bitecektir. Sadece bina değil felsefe de bitecektir. Yeni
yapının parlak mermer yüzeyleri, belki de aynalı camları liboş II.
cumhuriyetçileri veya Neo-Ottoımanları simgeleyecektir. Bir yerde
beton bina dönek marksistler gibi anıları yokedecektir.

Lütfen yol yakınken bu sevdadan vazgeçin, Ormancıların hatasını
yinelemeyin. Hatta onlarla görüşün, temas kurun. Yıkmak çok kolaydır.
Yıkılan bir daha asla yerine gelmez.

Ü. GÜLTEKİN
* * *

Sevgili Hocalarım, Sevgili Arkadaşlar,

Mülkiyeliler Birliği Binalarının yıkımı meselesi ve bu bağlamdaki tartışmalar artık sadece Mülkiye Camiası'nın olmaktan çıkmış ve "toplumsallaşmıştır"
Yurttaşlar, "kentli hakkı" nı kullanarak sürece müdahil olmaktadırlar.
Sevgili dostumuz, Işık Kansu'nun 2007 yılının Aralık ayında yayınladığı esas olarak Cumhuriyetin Başkenti Ankara'yı anlattığı "AKASYALI SOKAKLAR" adlı kitabını okuduktan sonra bir kitap tanıtımı yazmıştım. Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji ekinin 8 Şubat 2008 tarihli nüshasında da yayınlanmıştı. O yazının sonunda diyordum ki;
'Ben derim ki, sevgili Işık’ın bu kitabını okumadan Ankara’da yaşanmaz, Ankara’ya gelinmez . Alın Akasyalı Sokakları koltuğunuzun altına ve gezin Başkent sokaklarını adım adım ve arayın Akasyaları…'
Yazının bütünü ektedir.
Gerçekten de Mülkiyeliler Binaları ile ilgili tartışmalara katkısı olması açısından Işık'ın kitabını henüz okumamış olanlar, bulup buluşturup okumalılar. Okumalalılar ki, meselenin sadece "yeni" mekan oluşturmak olmadığı aydınlığa kavuşsun.
Ayırıca dilerdim ki, Mülkiyeliler birliği Binalarını yıkımı ile ilgili bilgilendirme toplantısına Eczacılar Odası ile birlikte o Konur Sokağın çocuğu, Mülkiyeli Gazeteci Işık Kansu da davet edilmiş olsa idi.
Bitirirken Akasyalı Sokakların arka sayfasında yer alan yayıncı Mustafa Yıldırım'ın yazdıklarını da aşağıya kaydediyorum.
Sevgi ve selamlar
Serdar Şahinkaya
----------------
Akasyalı Sokaklar

"Üzüm kokan kızlarıyla
Sonra Selçuk göğünde yıldızlarıyla
Giriyordu gecesine denizin.
Gelmiş çağlardan gelecek çağlara Ankara dayanıyordu.
Direnişi bu dizelerle benliğimize katmıştı Ceyhun Atuf Kansu. Ankara da dayanmış ve Cumhuriyetle birlikte yeniden doğarak, salkım çiçekli akasyalar, sevgi dolu çocuklar edinmişti; hiçbir şeyden korkmadan; hiç kimseye öykünmeden ve muhtaç olmadan yaşamayı ilke edinen erdemli gençler için bağımsızlık alanları edinmişti. Yepyeni bir kültür yoğruluyordu her köşeesinde ...
Derken onlar geldiler usulca; öçlerini aldılar: Önce akasyaları kestiler, sonra gururlarını kırdılar çocukların; çağdaşlığın anılarını bulvarlarda çukurlara gömdüler; sanatçıların izlerini sildiler; esnafın hünerli ellerini budadılar ve Başkenti demir parmaklıklarla parçaladılar.
Işık Kansu sezmişti vurgun yiyen Ankara ile birlikte Cumhuriyet onurunun ve erdeminin de yıkılacağını ... Akasyalı sokaklarda yıllarca yaşayanları, yaşananları yazdı insan duyarlılığıyla. Aynı duyarlılıkla "Diyarbakır'a 'şad' akmayan insanlarımızın" öykülerini Ankara'ya taşıdı; belki de o eski günlerdeki gibi birlik oluruz da; Akasyalı Sokaklara döner; 'Yiğitleriyle bir ulusun özü-`Serüvenleriyle yaşamanın özü - Öğretmenleriyle bir ülkünün özü - halk aydınlarıyla bir devrimin özü' diyen sese bir kez daha kulak veririz diye. Sevgilerle, ışıltılarla, umutlarla ve hüzünle yoğrulmuş belgesel-anı-öykü ... "
Mustafa Yıldırım

* * *

Değerli Mülkiyeliler,

Bilindiği gibi, Mülkiye camiasında son yıllarda başlayan, son günlerde ise doruğa çıkarak basına da yansıyan, binaların yıkımı ile ilgili tartışma çok şaşırtıcı, dikkat çekici gelişmelerle devam ediyor.
Haber Türk gazetesi Ankara ekinde yer alan açıklamasında Genel Başkan sayın Ali Çolak’ın “kendi nostaljimizin içinde debelenip durmanın kimseye faydası olmaz” ifadesi, bunlardan en masum olanı.
Devenin “neden boynun eğri” sorusuna verdiği cevaptaki gibi, neresi düzeltilir bu sözün? “Anı” denilen kavram bu kadar basit, bu kadar ucuz mudur? Daha önemlisi, “debelenmek” daha ziyade hayvanlar için kullanılan, aşağılama dozu hayli ağır bir sözcük, deyim değil midir? Sonra, kendi nostaljimizde değil de başkalarının nostaljisi içinde mi debelenmeliymişiz? Bu fiilen, mantıken mümkün değil ki!..
Kendisi hayli genç olduğu için belki içinde debelenecek anısı yoktur; ama Antik İsparta’da yaşlıların uçurumdan aşağı atılması gibi bir yaklaşım içinde midir? Ayrıca karşı bildiriye imza verenlerin en başında kafası ve yüreği ile çok daha genç değerli öğretim üyeleri var. Maalesef henüz ölmedik; Sayın Genel Başkan dua etsin bir an önce ölelim!!!...
Sayın Genel Başkan, gittikçe yaygınlaşan bu karşı çıkışa çok sinirlendiği gibi, anlaşılan karşı çıkanları da neredeyse düşman-hain gibi görmeye başlamış.
Bunun bir kanıtını 25 Aralık 2009 Cuma gecesi bizzat görmek şanssızlığını yaşadım. Kendisine “debelenmek” ifadesinden duyduğum hoşnutsuzluğu belirtmek üzere yönetim katına çıktım; arkası dönüktü, seslendim, bana döndü; o “düşman görmüş” öfkesini gözlerinde, yüzünde gördüm, ses tonunda hissettim. Daha on beş gün önce 4 Aralık akşamı eşimle birlikte yemek yerken karşılıklı, çocuklar üzerinden “oğlan babası-kız babası, hem de iki oğlan…” esprileri yapabilecek kadar içten olan Ali Çolak yoktu karşımda.
“- Ali, o debelenmek ifadesi hoş olmadı yahu…” diyince gözleri çakmak çakmak cevap verdi:
“- Siz de bize neler diyorsunuz!!!..”
“- Ne diyormuşuz?!?!..”
“- Bilançoları açıklamıyor, diyorsunuz!..”
Çok şaşırdım. Ali Çolak bunun için mi bu kadar düşman oluyormuş bize?..
“- Peki…” diyip huzurlarından çekildim..
27 Aralık Cumartesi günü (dün) MÜLKİYELİLER BİRLİĞİ DERNEĞİ VE VAKFI YÖNETİM KURULLARI imzası ile yapılan açıklamayı okuyunca, bu öfke yoğunlaşmasını biraz daha iyi gördüm.
“Genel kurula dönük hesap” yorumu, hele bunun kurumsal kimliğe ve kurumsal kimliği temsil edenlere hakaret olduğu iddiası da devenin boynu gibi düzeltilmesi hayli zor bir ifade. Zaten Turgay Erpul kısmen gerekli karşılığı verdi.
Ancak açıkça ifade etmek isterim ki, ne kadar “Mülkiyeliler Birliği Yönetimi’nin ‘Genel Kurul’da seçimi kazandık ne istersek yaparız’ anlayışında olduğunu iddia etmek, Genel Kurul iradesine ve bu irade ile ortaya çıkmış olan tüm kurullara karşı haksızlık ve saygısızlıktır” denirse densin, izlenen tutumda, sergilenen tavırda ve nihayet açıklamanın bütününde, tam tersine, ülke yönetiminde söz ve iktidar sahibi olanlarınkine çok benzeyen bir diktatörlük sendromu yansımaktadır.
Haksızlık olabilir, ama neden “saygısızlık” olsun?!..
Ayrıca neden haksızlık?!..
Açıklamada, “genel kurulda tartışılmadı, yetki alınmadı” eleştirilerine açık bir cevap yok. “Alındı” denmiyor. Söylenen şu: Efendim biz sadece Mülkiyeliler Vakfı yönetimi olarak karar almıyoruz. Genel kurulun seçtiği bütün yetkili organlar birlikte karar alıyoruz.
Eee… Bu merdi kıptinin şecaat arz ederken sirkatini söylemesi değil mi?
Hepimiz Mülkiyeliyiz, siyaset bilimi okuduk, uygulamayı da yıllardır çok yakından takip ediyoruz. Aynı şekilde, icraatını “beni halk seçti, arkamda halk iradesi var” diye dayatan ve bu yüzden çok eleştirilen hükümet de kendisini halk yetkilendirmiş olmasına rağmen mesela Ermenistan’la imzalanan protokolleri Meclis genel kuruluna getirmek zorunda değil mi? Kaldı ki aynı hükümet genel kurula getirdiği konularda bile çoğunluğunun dayatmasıyla geçirdiği yasalar dolayısıyla aynı şekilde eleştirilmiyor mu?
Demek ki halk desteği ve parlamento çoğunluğu bile “beni halk seçti istediğimi yaparım” eleştirilerine, ülke yönetimi nezdinde dahi mani olamıyor. Yoksa tıpkı açıklamadaki ifadelerle hükümetin de, parlamento çoğunluğunun da arkasında “milli irade” var. Ve hatta Ermeni protokolleri buna rağmen parlamentoya getirilemiyor. Uygulanamıyor da… Anayasayı da değiştiremiyor mesela…
Peki açıklamada ne deniyor? Biz bu kararları Birlik ve vakıf yönetim kurullarının yanı sıra denetim ve onur kurulları da dahil hep birlikte alıyoruz.
Nitelik ve nicelik açısından, Sayın Genel Başkan ve kabinesini destekleyenlerden daha önemsiz olduğunu kendileri dahil hiç kimsenin söyleyemeyeceği büyük bir kitleyi ikna edememişseniz, sürekli “saygısızlık saygısızlık” diyip durmanın çok fazla bir kıymeti harbiyesi olmaz.
Nitekim Genel Başkan da mümkün olduğu kadar çok sayıda insanı karar sürecine katma gereğini duymakta ve hatta kendisini bununla savunmaktadır. Muhalefetin söylediği de nihayet “bu mümkün olduğu kadar”ın, genel kurul kadar genişletilmesinden ibarettir. İstenenler de yap-işlet-devretle değil kendi olanak ve kaynaklarımızla yapalım, mümkünse onaralımdan başka şey değildir.
Ayrıca, birlik ve vakıf başkanının tek kişide birleştiği de bir başka gerçektir. O kurullarda yer alanlar Sayın Genel Başkanın listesinin unsurlarıdır. Yani dört tane kurulun bir araya gelerek karar vermesi demokratlık dozunu en iyi şekilde ayarlamış olmak mı demek?
Son bir nokta “saygısızlık” kavramına atfedilen önem!..
Mülkiyeliler Birliği nihayet bir okul mezunları derneğidir. Bir siyasi parti, hükümet, bir resmi kamu kuruluşu değildir. Kimsenin kimseye bir şey bağışladığı yoktur. Kimse kimsenin sicil amiri değildir. Mülkiyeliler Birliği yönetiminde olmak kimseye sade üyeler karşısında bir avantaj ve hele hele üstünlük sağlamaz. Genel Başkanla, henüz yaşayan en yaşlı üye veya 2009 mezunu bir üye arasında hiçbir fark, hele hele bir ast üst ilişkisi kesinlikle yoktur. Olamaz.
Saygı elbette önemlidir. Ama burada olsa olsa kişisel olur. Bir ağabeyimize, Birlik üyesi olmasa dahi saygı gösteririz. Gösterilmemesi kişisel ayıptır. Ama üyelerin yönetimin uygulamalarına itiraz etmesinin saygısızlık olarak nitelenmesi, yap işlet devret yöntemine karşı çıkılmasının kötü niyet olarak mahkum edilmesi, hiç kusura bakılmasın, bana açıklamanın sonundaki cümlede yer alan “demokrasi”yi değil, kendisini ve politikalarını eleştiren herkesin edebini ölçmeye kalkışan kimi iktidar sahiplerini hatırlatıyor…
Ve nihayet…
Ne tuhaf bir ironidir ki Yönetim Kurulları açıklaması “Mülkiye’den çıkan aykırı sese” atıfla bitiyor. Elbette kast edilen ülke sorunları konusundaki aykırı ses.
Ama düşünebiliyor musunuz; ülke yönetimi konusunda Mülkiyeden çıkan aykırı ses yönetim için iftihar vesilesidir; ama Mülkiyenin yönetimi konusunda Mülkiye’den çıkan aykırı ses ya saygısızlık oluyor ya kötü niyet…
Kimseye hele akçeli bir art niyet ima dahi etmedim. Ama bu tavrı, bu tavırları hiç de demokratik bulmadığımı açıkça ifade eder, saygılar sunarım.

Ali TARTANOĞLU (1977)
(28 Aralık 2009)
* * *


Güzel olan nedir sizce? Ya Tarih nedir ?

Guzel olan nedir ....... ? Guzel nedir sence?
Neye gore guzel, hangi zamana gore, hangi yere gore ?
Mesela bu gorseli verilen binayi alip Safranbolu'da carsinin ortasina Kaymakamlar evi'nin yanina koysak guzel olur mu ?
Ya da Akaretler Yokusuna?
Ya da Soguk Çeşme sokağına ?
Yeni olan, yeniyi cagristiran hersey guzeldir..
Ama neden Paris'te yeni, avantgarde,post modern binalari sehrin hemen disinda yeni bir mahallede kurmuslar dersin ?
Neden Paris'in icinde gostermemisler o post modern sanat orneklerini..
Neden Paris artik eskidi, yikalim yenisini yapalim dememisler?
Neden hala Londra'nin sokaklarini gezdiginde o kirmizi kiremitler sana hep tanidik gelir?
Neden sadece dis cepheyi korumak icin , dis cepheyi askiya alip bir suru para harcayarak binanin gerisini yapmislar?
Neden Varsovalilar eski sehirlerinin aynisini yapmislser, II. Dunya Savaşı'nda yerle bir olduktan sonra? Neden o zamanın modern mimarisini tercih etmemisler.?
Neden Varsova''da , ya da Poznan'da gezerken bir muzedeymis gibi hisseder insan kendini ?
Nedir guzel olan ........ ? Sen bilirsin bu konulari ? Estetik nedir? Mimari nedir?
Yikilmasi gereken nedir? Her eskiyi yikalim mi ?
Her "dokunsan yikilacak" binayi yikalim mi?
Eger oyle olsaydi Safranbolu'da sehirde bir cok binanin yikilmasi gerekirdi..
Ama yikilmadi..ve restore edildi birçoğu..Ve ilk zamanlarda 10.000TL etmeyen binalara şimdi paha biçilemiyor?
Onemli olan bir binanin degeri midir , yoksa onun esi bulunmaz ve kişilikli olmasi midir?
Eski çirkin midir .......... ? Yikilmasi gereken midir ?
Neyi korumaliyiz ? Ve neyi yikmaliyiz?????
Tarihi eser statusu tasimadigi icin mi yikacagiz ? Yerine de bu kisiliksiz her yerde gorulebilecek binayi mi koyacagiz?
Tarih nedir sence ?
Ornegin Ernest Hemingway'in kitaplarini yazdigi Havana'daki evi tarihi bir bina midir ? Bilmiyorum, ama korunuyor ve müze olarak kullanılıyor.
Ya da Mudanya Antlaşması'nın imzalandığı ev ? ( Bu konuda Şevket Süreyya Aydemir'den bir pasajı aşağıda -italik-gönderiyorum.)
Tarih bazen sadece bir bahçedir..Bazen korunması gereken o bahçe ve o bahçedeki yaşanmışlıklardır.Yoksa niye koruruz ki evleri?
Eger insan yoksa icinde, yasanmiyorsa, yasanmisliklar yoksa ?
Sadece anilar icin korunmaz binalar, ama tarih anılarla başlar...
Bu konuya daha sonra devam edeceğim..
Sevgiler,

Kamil KASACI

Anadolu’nun itilaf devletleri temsilcileri ile bir masa başında ilk kuvvet denemesi, Mudanya’da oldu. Mudanya Konferansı 4 Ekim 1922 salı günü öğleden sonra Mudanya’da, Rusyalı bir eski ticaret adamı olan Aleksandr Ganyanof’un evinde açıldı.
Bu ev şimdi bir müze olarak ziyaret edilir. Fakat evin basit görünüşü içinde, düşündürücü bir hava eser. Burası, milletin ters giden talihinin, bütün gerçekleri ile çetin bir İstiklâl Savaşı sonunda yenildiği ve bu yenilginin, Birinci Dünya Harbinin galipleri, yani dünyanın efendileri tarafından kabul olunduğu yerdir. Duvarlarda, o günleri yansıtan anlamlı resimler vardır. Ama bizim ne bu anlamı, ne bu anıları, gereğince değerlendiremediğimiz de, hazin bir gerçektir. Halbuki burası, biraz da unutulmuş halini veren bu basit bina, ilk defa Anadolu’da başlattırılıp, İkinci Dünya Harbinden sonra bütün yarı sömürge veya sömürge ülkelerin bağımsızlıkları ile neticelenen mücadelenin, ilk askerî zaferinin ilan edildiği yerdir. Yani hem çağımız, hem çağdaş bir inkılâp için, ha¬va ve mana taşıyan bir yerdir… Konferansa İsmet Paşa başkanlık ediyordu. Bu onun, milletlerarası bir toplantıya ilk katılışıdır. Konferansın konusu zaten belliydi: Ankara Hükümeti ile Yunanlılar arasındaki harbe resmen son vermek, Trakya ile Boğazlar bölgesini ve İstanbul’u kurtarmak. Ama konferans, gene de bunalımlı geçti, hatta bir aralık iki gün süren bir kesintiye de uğradı. Fakat 11 Ekim 1922′de, konuşmalar olumlu olarak sona erdi. Bir anlaşma imzalandı.

* * *
Önce “Mülk”!, Sonra “Mülkiye” mi ?

Geçen gün HT Ankara gazetesini okuyordum..Orjinal ve oldukça içeriksel bir fikir! (proce). Yine kan beynime sıçradı. Debelenip durdum. “Mülkiyeliler, Mülkiyeliler birliği lokal- mülkünü yıkıyormuş” diyerekten.

Endişem, Mülkiye lokalinin , üye ihtiyaçlarını karşıladığını, karşılamadığını sorgulamak değil. Amacım; Mülk (yani) Kamu, kamu hukuku, kamusal mekan ,kamusal yarar, sosyal devlet gibi erozyona uğratılan kavramların kentsel mekan disiplini açısından açılımıdır.

Şehircilik ilkeleri açısından olaya; “yer” ve “yerindelik” özelinde yaklaşmak gerekir. Söz konusu Bina, Kızılay MİA’ da ve yaya yolu aksındadır. Mevcut Altyapı kapasitesi bu türden yüksek katlı yapılaşmaları kaldıramaz. Otopark sorununun alan içinde çözümü halinde bile,trafik yoğunluğu ve sıkışıklığına neden olacaktır.Yaya yolunun profili dar olduğu için güneşlenme süreler kısalacaktır .Kentdaş, güneş hakkı ve görünüm hakkından mahrum bırakılır. Birde buna yeni yapılması düşünülen 8 katlı binanın, 2. sınıf bir mütehait elinden çıkmış olabileceğini de varsayarsak, kentsel estetik ve “göz hakkına” da pranga vurulmuş olur.

İkinci önemli konu; 8 katlı olması düşünülen binanın (ne amaçlı olduğu da belli değil) yapımına;
a) Hemen karşı binadaki mimarlar odası,
b- Hemen sokağın köşe başındaki şehir plancıları odasının,
c) SBF’ nin içinde bulunan “Ernst Reuter” iskan ve şehircilik kürsüsü öğretim elemanlarının, kent ve kentli hakları bağlamında toplumsal (akademik) tepkileri ne olacak ? Merak ediyorum.!

Mülkiye camiasının yıkıma değil, aslında “yeniden yapılanma ve zihinsel dönüşüme” epeyden beri ihtiyacı vardı. Alan ihtiyacı ve genişleme arzusunu bilemem ama bireysel vizyon genişlemesi ve toplum yapısını yozlaştırmayacak ve dışla(n)mayacak bir bilinç sıçraması içine girmeleri kendileri açısından ve de kimliksel gelişimleri açısından da elzem olduğu görülmekteydi. Tüm bunlara rağmen, yetmiyorsa…Fiziksel mekan ihtiyaçlarını da Cebeci kampüsünden karşılayabilirler. Yüksel caddesindeki binayı da restore eder, adam gibi bakım onarımını yaptıktan sonra özelleştirebilirler!! ve lokalin başına da iyi bir ahçı getirilirse de iyi olur hani...

Evet… bir ”değişim” (İttihad) ve “dönüşüm (Terakki) işi..!

Bunu yapan iki kişi,

Biri erkek biri dişi,

Biri Mülk, diğeri Mülkiye!

Yoksa, “Önce Mülkiye, sonra ANKARA mı ?

Yoksa ve yoksa , “Önce yık, sonra yap, sonra da rant mı?”

Bu vesile ile;

Kuğulu parkında kesilen kavak ağaçları için eylem yapanlara da haksızlık yapmayın. Onların da hayallerini yıkmayın. Bireysel anılarımızı ve kurumsal hafızalarınızı zorlamayın. Kendinizi, çifte standartlı (ikili ahlak), “mülk-leştirilen”! toplum mühendisi olan sayın Gökçek’ in zihniyeti ile de aynı kefeye koymayın. Koymayın ki; Tarihsel kimlik kopuşunuzu (açılımınızı) ve demokratik-hukuki haklarınızı size hatırlatmak zorunda da kalmayalım.!

TAHİR ÇALGÜNER

Y.Şehir ve Bölge Plancısı, G.Ü Şehir Planlama Bl. Öğtr. El.

* * *

Mülkiyeliler Birliği yıkılıyormuş

Yıl 1973, aylardan Haziran, kent Mersin…
Annesi ve babası Almanya’ya gittiği için bize bırakılan kuzenim Adnan 11, ben ise 9 yaşındayım…
Evimize 50 metre mesafede yazlık Mehtap Sineması var…
Sinemanın en ön sırasına kuruluyoruz kuzenimle.
Hem de her gece…
Aynı filmi hafta boyunca izlediğimiz için her karesi hafızamıza kazınıyor.
Yine böyle bir haftanın sonunda “aşk” denen şey kafamıza takıldı.
Film yabancı bir filmdi, ama nedendir bilmiyorum, “aşk” o kadar yabancı bir film değil gibi gelmişti bize… Sanki dokunacağımız, göreceğimiz bir şey gibiydi...
Kafamız karışmıştı…
Acaba gerçekten de “aşk”, bir abiyle ablanın parkta el ele oturması, abinin ablanın saçlarını okşaması mıydı?
Kararlıydık…
Bilmeliydik, öğrenmeliydik.
Öğrenecektik de…
Hem de bizzat görerek…
*
Oturduğumuz semtten deniz kıyısına giderken farklı yollar vardı, ama o yollardan biri vardı ki çok ilginçti. Denize ulaşmak için ortasında -çoğu zaman içinde suyu bulunmayan- bir havuzlu parktan geçmemiz gerekiyordu, ama ilginçliği başka bir yönünden kaynaklanıyordu.
Adından:
“Aşıklar Parkı”…
Kuzenimle birçok kez bu parka gidip kenarındaki ağaççıkların arkasına saklanarak “âşıkları” bekledik. Onları tanıyacak, öğrenecektik; gerçekten de, el ele mi oturuyorlar, saçlarını mı okşuyorlardı birbirlerinin…
Ama bir türlü göremedik…
*
Esin kaynağımız filmin yabancı film olmasından hareketle fikir yürüttüm.
“Acaba bizde aşk başka mı?”
Kuzenimin yanıtı da bir soruydu.
“O zaman bu parkın adı niye böyle?”
Karşılıklı sorularımıza “Aşıklar Parkı” yanıt vermedi, veremedi bir türlü…
Onca ziyaretimize karşın bir tane aşık bile göremediğimiz o park, yerel yönetimce “işlevsiz” görülmüş olsa gerek, yerle bir edildi ve ortasından yol geçti…
Ne ilginçtir ki, 35 yıl önceki o parktaki büyü, kentlinin belleğine öyle bir yer etmiş olmalı ki, oranın adı hâlâ “Aşıklar Parkı”dır…
Ama küçük bir önadla: “Eski Aşıklar Parkı”…
*
Yıl 2008, aylardan Temmuz, kent Ankara …
Bir öğlen tatilinde Kızılay’daki “Gökdelen”in önünde yürüyorken, dikilmiş duran gencin sesi -telefon konuşması olarak- kulağıma misafir oldu.
“Ben geldim aşkım, GİMA’nın önündeyim, sen neredesin?”
Durdum…
Önce telefonun sahibine baktım: “Bir âşık”
Kafamı kaldırıp, binanın girişinin üstündeki levhaya baktım: GİMA yoktu…
Zihnim 35 yıl öncesine bir tur atıp döndü hızla.
Ne ilginç, dedim içimden…
“Niçin” mi?
“Aşk” için değildi bu kez zihinsel turum…
“Kent belleği” içindi…
“Aşk” nasıl olsa bir yolunu buluyordu sonuçta.
Peki, ya “kent”?
Peki, ya “kentlinin belleği”?
GİMA yoktu artık…
Bitmişti, bitirilmişti işte…
Düşünebiliyor musunuz; hani, Ankaralının önünde randevulaştığı, buluştuğu en merkezi yerlerden biri olan o Gökdelen’in girişindeki GİMA vardı ya, o “adres” artık orada yok…
Ya, kentlinin belleğinde durum ne olacak?
Sanırım en azından bir süre daha yaşayacak gibi…
*
Mülkiyeliler de Nasıl Geçti Habersiz?
“Nasıl geçti habersiz” diye başlayan bir şarkımız vardı, hemen hepiniz hatırlarsınız…
Peki, bir şarkı sözü olarak değil, şarkıda icra edilen dizelerden çok daha fazlasına sahip bu şiir kim tarafından yazıldı?
“Nihat Aşar” tarafından yazıldı…
Nihat Aşar kimdi?
Birden çok unvanı olmasına karşın o hep sadece iki konumundan biri olan “Kızılay” çalışanı, “Kızılay genel müdürü” olmakla anılmayı severdi…
Nihat Aşar birkaç yıl önce son kere öldü…
“Son kere” diyorum, çünkü onun genel müdürlüğünü yaptığı “Kızılay Binası”, yenisi, daha moderni yapılacak diye yıkıldığında da ilk kez ölmüştü…
*
Az önce yazdım, “iki konumundan biri” şeklinde… İşte Nihat Aşar’ın taşımakla gururlandığı bir başka kimliği daha vardı: “Mülkiyeli olmak”…
Bulunduğu meydana adını verecek kadar önemli bir kuruma, “Kızılay”a başkanlık etmiş, hayatta olmayan Nihat Aşar’ı yeniden diriltip bir daha öldürmeye kimin hakkı var?
“Mülkiyeliler Birliği, yerine daha yenisi daha moderni yapılıyormuş yap-işlet-devret modeliyle!”
Nihat Aşar ,iyi ki yaşamıyor, zira yaşıyor olsaydı “Mülkiyeliler Birliği daha yenisi, daha moderni yapılmak üzere yıkılıyor” haberi karşısında bir kez daha ölürdü.
Uğradığı erozyonda saltanat sürmekte kararlı zihniyet sahibi insanlardan kurulu bir ülkede yaşadığımıza artık iyiden iyiye inanmaya başladım.
Ve ne kadar başarılı olur hale geldik insanlarımızı sürekli yaşarken öldürme ve/veya diriltip öldürme konusunda, değil mi?...
*
Not: Bu yazıyı yazan ben, Mülkiyeli değilim, ama Mülkiyeliler Birliği tesislerinin -kent belleği açısından- olduğu gibi kalmasının önemine inanan biri olarak bu yazıyı yazdım…

ORKUN LEVENT BOYA
03-01-2010, Pazar